Zeynep Çelik

Kendinden önce haberi geldi bebeğimin. Hayatımın en güzel durağıydı annelik. Hamileliğim boyunca iş ve ev arasında mekik dokudum. Bir yandan evimin düzenini, tertibini devam ettirmeye diğer yandan da bebeğim için kendi sağlığıma dikkat göstermeye çalışıyordum. Bu süreçte en büyük desteği sevgili anneciğimden gördüm. Eşim de elinden geleni yapıyor fakat kendi iş yoğunluğundan her şeye yetişemiyordu.

Annem ta Ankara’dan kalkıp Konya’ya, yanımıza gelmiş, bulantılarımın yoğun olduğu aylarda hem benimle hem de evin işleriyle alakadar olmuştu. Allah’tan yolculuk meşakkatli değildi, hızlı tren sayesinde mesafeler kısalmıştı.

Günler uç uca eklendi, aylar birbiri ardına dizildi. Doğum vakti yaklaşmıştı. Sevgili anneciğim yine yanı başımdaydı. İzne ayrılmıştım; bütün vaktimi evde geçiriyor, evin yeni misafiri için hazırlıklara yardım etmeye çalışıyordum. Bütün bu telaşın içinde bir başka soru zihnimi kemirip duruyordu. İznim bittikten sonra bebeğimi kime emanet edecektim. Küçücük yaşta bakımevine vermek istemiyordum. Kendi evinden, yuvasının sıcaklığından ayrılmasına gönlüm razı olamazdı. Bakıcı fikri ise çok daha uzaktı. Hiç tanımadığım birinin insafına bırakma düşüncesi beni korkutuyordu. Gerçi arkadaşlarım bana pek çok isim önerdi, geçmişte çocuklarına bakan kadınları tavsiye edenler oldu.

Yavrumu ancak kendi canımdan, kanımdan birine emanet edebilirdim ve annemle konuşmaya karar verdim. Zaten neredeyse her ay birkaç günlüğüne de olsa Konya’ya gelmiş, bizi hiç yalnız bırakmamış, desteğini esirgememişti. Ben işe başladıktan sonra da hızlı trenle pekâlâ gelip gidebilir, hafta içleri bebeğin bakımını üstlenebilirdi. Hem babam da emekli olmuştu. Kimi zaman o da bu seyahatlere eşlik ederdi. Evin bir odasını da onlar için düzenler, rahat etmelerini sağlardım. Evet, annemle bu konuyu konuşmalıydım. 

AHİR ÖMRÜM

Kızım… Hemşirenin pembe battaniyelere sarılı o minicik bedeni getirip kollarıma bırakması, müjde bir kızınız oldu, demesi dün gibi aklımda. Şimdi büyüdü, evlendi de bir bebek bekliyor. Anne olacak, bu eşsiz saadeti o da tadacak. Rabbime ne kadar şükretsem az. Hamileliğinin ilk ayları biraz zor geçti, elimden geldiğince destek olmaya çalıştım. Evimi barkımı bırakıp yollara düştüm. Allah onların rızkını da Konya’da vermiş. Olsun dedim. İki saatlik yol dedim. Ne zaman başları sıkışsa bıkmadan usanmadan koştum, yüklerine bir omuz da ben oldum.

Doğum yaklaştı. Lohusalığında kızımın yanı başında olayım dedim, yükümü toplayıp kızımın evine yerleştim. Bebek sağ salim dünyaya gelsin, dünya gözüyle torunumu kucağıma alayım, bir anneanne başka ne ister. Zaman daraldıkça kızımın da telaşı arttı. Şimdiden bebeğin bakımıyla ilgili kaygılanmaya başladı. Anlıyorum, çalışıyor, izni bitince işe dönecek ve bebeğini güvendiği birine emanet etmek istiyor. Ne yalan söyleyeyim arada bir konuyu bana açmak için kıvrandığını görüyorum ama şimdilik geçiştiriyorum.

Ben de istemez miyim torunuma bakmayı, o minicik bebeğe kol kanat olmayı. Fakat şu hamilelik sürecinde bile Konya’ya gidiş gelişler beni o kadar yordu ki… İhtiyarlık bir yandan hastalıklar diğer yandan. Gençlere baksan iki saatlik yol, ne var, diyorlar. Ama belli bir yaştan sonra o yollar insanın gözünde nasıl da büyüyor. İnsan kendi evini, kendi düzenini arıyor sonra. Kızı da olsa bir başkasının evinde kendini eğreti hissediyor. Biraz da eski toprağız biz. Öyle konargöçer gibi yaşamaya alışkın değiliz. Hem bizim bey rıza gösterecek mi bakalım bu işe. Emekli adam, onun da kendine göre alışkanlıkları var. Arkadaşları, dostları… Alıştığı mekânlar var. Benimle gel desem, bilirim gelmez; ee bir başına da idare edemez.

Ne yapacağımı şaşırdım. Bunca şeye nasıl yetişeceğim. Kızıma olmaz bakamam desem kırılacak, gönül koyacak. Kabul etsem ahir ömrümde iyice belim bükülecek. Bir yanda benden çaresizce yardım bekleyen kızım ve torunum diğer yanda ailem, evim ve üstüne bir de hayatın bana bıraktığı yorgunluklar…

Editör: Mehmet Çalışkan