Nermin Taylan

İnsanlar arasında sosyal düzenin sağlanması, tarih boyunca büyük bir sorun teşkil etmiş, nice tartışmaya konu olmuştur. İslamiyet’in doğuşuyla birlikte sosyal adalet kavramı gün geçtikçe kuvvetlenmiş, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yönlendirmeleriyle de birçok vakıf kurularak toplumsal barışın sağlanması hedef alınmıştır. Daha sonraki asırlarda İslamiyet’le tanışıp Müslüman olan devletlerle birlikte vakıf kültürü yaygınlaşmış, Osmanlı Devleti döneminde ise zirveye ulaşmıştır. Öyle ki sosyal adaletin, toplumsal barışın sağlanmasında en önemli unsur vakıflar olmuştur.

Şefkat, yardım ve hoşgörüyü dünyaya damga misali vuran Osmanlı, sinesinde harmanlayıp insanlığın hizmetine sunduğu vakıflarla asırlarca insanlığa hizmet etmiştir. Padişahların, devlet adamlarının, hanedan üyelerinin ve dahi toplum zenginlerinin kurduğu vakıflar; evsizlere, yersizlere, garip-gurebaya, fakir-fukaraya, ülkeye misafir gelen ecnebilerden yetim kalan çocuklara kadar ihtiyaç sahiplerine derman olmaya çalışmıştır.

Sıbyan mektebinden darüşşifaya, misafirhaneden darulkurraya, bimarhaneden imarethaneye kadar pek çok alanda hizmet veren vakıflar, belki de Osmanlı’yı Osmanlı yapan ve dünya literatüründe bu denli “büyük” addedilmesini sağlayan en önemli değerdir.

Vakıf sistemi, sosyal güvenliğin temel kurumu olduğu kadar aynı zamanda eğitim, kültür, bayındırlık, sağlık ve sosyal yardım yatırımlarını yürüten mali bir kurumdur. Yine bu kesimlerde hizmet gören müderris, kâtip gibi kişilerin maaşlarını ödeyerek cari harcamaların önemli bir kısmını finanse eden bir kurum olarak Selçuklu ve Osmanlı mali teşkilatının, merkez maliyesi ve tımar sistemi ile birlikte üçüncü alt öğesi olmuştur.

Vakıflar Genel Müdürlüğü kayıtlarından ve mevcut vakfiyelerden edindiğimiz bilgilere göre Osmanlı Devleti’nde 30.000’i aşkın vakıf kurulmuştur. Ankara Şeriye Sicillerine göre burada kurulan 151 vakıftan 43 tanesi kadınlar içindir. Yine 1546 tarihli İstanbul tahrir defterlerinden öğrendiğimize göre 2517 vakfın 913’ünü kadınlar kurmuştur.

Günümüzde zaman zaman karşımıza çıkan, hâlen işlevini sürdüren ya da bir şekilde el değiştirmiş olmasına rağmen isminden söz ettiren vakıflar olduğu gibi, vaktiyle kurulup hizmet veren pek çok vakıf, ne yazık ki şimdilerde yok olup gitmiştir. Bu vakıflar arasında öyleleri vardır ki âdeta günümüz dünyasında yozlaşan insanoğluna yeniden bir insanlık dersi vermektedirler.

İnce hassasiyetlere sahip olan necip milletimiz, kurduğu vakıflarla diğerkâmlığını ortaya koymuş ve bir vakıf medeniyeti inşa ederek dünyaya örnek olmuştur.

Tarihî araştırmalar yaptığımızda anlıyoruz ki, Osmanlı padişahları kadar hanım sultanlar da sayısız vakıflara imza atmışlardır. Bu hanım sultanların içerisinde iyilik yapmakta en önde gelenlerden biri olan Hürrem Sultan’dan bir misal verelim şimdi…

Hürrem Sultan, üç kıtaya yayılan geniş toprakların dört bir yanını imar etmek ve insanlara faydalı olmak için büyük çaba harcamıştır. Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen üç şehre; Mekke, Medine ve Kudüs’e külliyeler yaptırmış, insanların hizmetine sunmuştur. Eşi dünyaya adalet dağıtırken kendisi de iyilik yapmayı, hayır eserleri inşa etmeyi görev edinmiştir.

Dönemin Avrupa’sında akli dengesi bozuk olan insanlar, içine şeytan girmiştir gerekçesi ile yakılırken Hürrem Sultan yaptırmış olduğu akıl hastaneleri sayesinde bu insanları müzik sesi, kuş sesi ve su sesi ile tedavi ettirmiştir. Mekke’de Hz. Muhammed’in doğduğu evin hemen bitişiğine minareli bir mescit yaptırarak ziyarete gelen insanların rahatlıkla abdest alıp namaz kılacağı bir yer inşa ettirmiştir.

Ömrü hayatında tüm gelirini hayır eserleri ile vakıflara harcayan Hürrem Sultan, ölümünden bir yıl evvel Kudüs’ün son hâli hakkında malumat toplamaya giden görevli Abdülkerim'in; "Saadetlü sultanım, bu diyarın fukarası çoktur." sözlerini okuyunca derhal kollarını sıvamış ve bu şehre bir imaret yaptırmıştır. Tarihçi Amy Singer'in, Osmanlı'da Hayırseverlik Kudüs'te Bir Haseki Sultan İmareti isimli kitabından edindiğimiz bilgilere göre Hürrem Sultan, Kudüs'e inşa ettirdiği imarete olan hislerini, Peygamber Efendimizin (s.a.s.), “İnsan ölünce şu üçü dışında amelleri(nin sevabı) kesilir: Sadaka-i cariye (faydası süregelen hayır), faydalanılan ilim, arkasından dua eden hayırlı evlat.” (Müslim, Vasiyye, 14) hadis-i şerifiyle anlatır mektuplarında.

Osmanlı döneminde insanlığa, hayvanlara ve tabiata hizmet edebilmek için kurulan bazı vakıflar şunlardır:

• Kışın aç kalan kuşların ve yabani hayvanların beslenmesi için kurulan vakıf

• Bayram günlerinde şehir ve kasabalarda çocukların sevindirilmesi için vakıf

• Koyun cinsinin ıslah edilmesine yönelik hizmet veren vakıf

• Et fiyatlarının kış aylarında yükselmemesi için tedbirlerin alınması amacıyla kurulan vakıf

• Hasta ve garip göçmen leyleklerin bakım ve tedavi edilmesi ile ilgilenen vakıf

• Cami ve türbe duvarlarındaki ot ve yosunların temizlenmesi vakfı

• Ramazan ayında, camilerde hurma, zeytin gibi iftariyeliklerin dağıtılması vakfı

• Köy ihtiyarlarına elbise temini vakfı

• Çalışan kadınlara sütanne bulunması ile ilgilenen vakıf

• Hac yolunda parasız kalanlara yardımcı olmak amacıyla kurulan vakıf

• Yüksek dağ ve geçitlerde kar ve tipiden korunmak için sığınak yapılması vakfı

• Yaz aylarında sıcaktan bunalanlar için gölgelik yapılması, icap eden yerlere su küplerinin konulması vakfı ve daha niceleri...

Editör: Mehmet Çalışkan