Muhammet Sevinç

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Halk arasında “üç aylar” olarak bilinen recep, şaban ve ramazan ayları içerisinde idrak ettiğimiz Regaip, Miraç, Berat ve Kadir Geceleri ile Efendimizin doğum günü olan rebiulevvelin on ikinci gecesi bu özel zamanlardandır ve kültürümüzde bu gecelere “kandil” denilmiştir. Bu gecelere “kandil” denmesinin sebebi olarak, ilk defa II. Sultan Selim (1524-1594) tarafından başlatıldığı belirtilen, mübarek gecelerde camilerin aydınlatılması, minarelerde kandiller yakılması ve bunun da zamanla bir gelenek hâline dönüşmesi gösterilir.

Kandil gecelerinin ihya edilmesi maksadıyla düzenlenen resmî ve özel merasimlere yoğun ilgi gösterildiği, tarihî kayıtlarda yer almaktadır. Günümüzde de Anadolu ve Balkan coğrafyası başta olmak üzere Osmanlı bakiyesi topraklarda kulluğun, merhametin, kardeşliğin, paylaşmanın vb. güzel hasletlerin ziyadeleştiği kandil gecelerine hâlen büyük önem verilmektedir. 

Kandil gecelerinin İslam kültürü ve medeniyetine katkıları çerçevesinde, biraz bu gecelere özel olarak kaleme alınan ve bestelenen dinî musiki formlarından bahsedelim.

Bir eğlence aracı olmaktan ziyade gönüllere olan tesiri dolayısıyla bilhassa Osmanlı döneminde çok zengin bir dinî musiki kültürü oluşmuştur. Bunlar arasında sanatkârlarca, mübarek gün ve gecelere özel olarak telif edilmiş mevlit, regaibiyye ve miraciyye gibi yüksek sanat ürünü eserlerle, kandil gecelerinde okunmak üzere bestelenmiş ilahiler bulunmaktadır.

Peygamber Efendimizin doğum günü olarak kutlanan Rebiulevvel ayının on ikinci gecesi İslam âleminde Mevlit Kandili olarak idrak edilmektedir. Mevlit Kandili kutlamalarının ilk örnekleri IX. asırda Fatımilerde görülse de, halkın katılımıyla yapılan coşkulu merasimler ilk olarak Erbil Atabeglerinden Muzafferüddin Gökbörü (ö.1232) döneminde 1207 tarihinde yapılmıştır. Osmanlı Devleti’nde ise mevlit, resmî merasim olarak III. Murat (1574–1595) döneminde kutlanmaya başlanmış ve bu âdet zamanla yayılmıştır.

İslam edebiyatında, mevlit merasimlerinde okunmak üzere kaleme alınan ve Peygamber Efendimizin dünyaya teşrifini konu alan manzum eserler de “mevlit” adıyla anılmış ve Müslüman şairler tarafından çok sayıda mevlit yazılmıştır. Ancak bu mevlitler arasında Bursa Ulu Camii imamı Süleyman Çelebi’nin (ö.1422) kaleme aldığı “Vesiletü’n-Necât” isimli mevlit, tabiri caiz ise diğer mevlit manzumelerini gölgede bırakmış ve türünün zirvesi olarak kabul edilmiştir. Süleyman Çelebi’nin kaleme aldığı mevlidin bazı rivayetlere göre başta kendisi olmak üzere Bursalı Sekban (ö.?) ile Sinânettin Yusuf (ö.1565) gibi kimi bestekârlar tarafından bestelendiği ifade edilse de bu besteler günümüze ulaşmamıştır. Kaynaklarda, Süleyman Çelebi mevlidinin sadece İstanbul’da Koca Mustafa Paşa Sümbül Efendi Dergâhında okunduğu belirtilen bir başka bestesinden de söz edilmektedir. Yakın dönemlere kadar okunan bu eser de maalesef unutulmuştur. Ayrıca Anadolu ve Balkanlar’da da bazı besteli mevlitlerin okunduğu bilinmektedir. Mevlit ilk dönemlerde yapılan bu bestelerle icra edilirken zamanla besteli mevlitler, yerini irticali olarak okunan mevlit formuna bırakmıştır. Mevlit okuma geleneği kültümüzde o kadar yaygınlaşmıştır ki, sadece kandil gecelerinde değil diğer bütün dinî ve içtimai merasimlerde okuna gelmiştir.

Mübarek aylardan olan recep ayının ilk cuma gecesi, bilhassa Türk-İslam kültüründe Regaip Kandili olarak kutlanmaktadır. Regaip Kandili kutlamalarının ilk defa Kudüs’te 448/1056’da, Bağdat’ta 480/1087 yılında başladığı ifade edilir. Regaip Kandili kutlamalarında okunmak üzere yazılan mevlit tarzı manzum eserlere İslam edebiyatında “Regaibiyye” denilir ve bu türün ilk örneği de, III. Mustafa (1757-1774) döneminde, 1761 tarihinde Abdullah Salâhaddîn-i Uşşâkî Dede tarafından Türkçe, Farsça ve Arapça olarak kaleme alınmıştır. Ayrıca Edirne Müftüsü Fevzi Efendi ve Üsküdarlı Sâfî’nin (ö.1901) kaleme aldıkları regaibiyyeler de bu türün örneklerindendir. Regaibiyyelerde genel olarak Hz. Peygamber’in anne ve babasının birbirine layık temiz eşler olduğu, ahlakları, evlenmeleri işlenir.

Salâhaddîn-i Uşşâkî’nin kaleme aldığı Matla’ul-Fecr isimli regâibiye Na’lizâde İbrahim Efendi (ö.1766) tarafından bestelenmiş, bir dönem cami ve tekkelerde icra edilse de zamanla unutulmuş ve bu kıymetli beste günümüze ulaşamamıştır. Bu sebeple regaibiyye, günümüzde az sayıdaki gönüllü tarafından irticalen bazı Uşşâkî tekkelerinde okunsa da regaibiyye okuma geleneği de aynı şekilde kaybolmaya yüz tutmuştur. Bununla birlikte Salâhaddîn-i Uşşâkî’nin kaleme aldığı regaibiyyenin yazma nüshasında her beytin yanında bestelendiği makama dair notlar bulunaktadır. Dinî musiki kültürümüzün unutulmuş bu geleneğini yeniden ihya etme düşüncesiyle regaibiyye, Doç. Dr. Fatih Koca tarafından beyit kenarlarında kaydedilen makamlara ve vezne uygun şekilde yeniden bestelenmiştir. Fatih Koca’nın bestelediği Salâhaddîn-i Uşşâkî’nin regaibiyyesi, 2018 yılı Regaip Kandili’nde seçkin hafızlar tarafından ilk defa Ankara Aslanhane Camii’nde cumhur olarak icra edilmiş ve bu icra Diyanet TV tarafından da yayımlanarak bu kültürün yeninden canlandırılması adına önemli bir hizmet gerçekleştirilmiştir.

Peygamberimizin İsra ve Miraç mucizesinin vuku bulduğu recep ayının yirmi yedinci gecesi, İslam dünyasında Miraç Kandili olarak idrak edilmektedir. Bu gece özellikle namazın farz kılındığı bir gece olması sebebiyle Müslümanların önem verdiği bir gecedir. Miraç mucizesi İslam kültüründe edebiyat, musiki, minyatür, hüsn-i hat gibi birçok sanat dalına etki etmiş, bu vesileyle sayısız sanat eseri ortaya çıkmıştır. İslam edebiyatında İsra ve Miraç mucizelerini konu alan mevlit tarzı manzum eserler, miraciyye ya da mi’racnâme olarak adlandırılmıştır. İlk örnekleri Arap edebiyatında görülse de özellikle Fars ve Türk edebiyatında miraciyye kaleme alma geleneğinin daha yaygın olduğunu söyleyebiliriz. Türk edebiyatında miraciyyenin ilk müstakil örneği, Hâkim Süleyman Ata’nın 122 beyitlik Mi’râcnâmetü’l-hazret isimli eseriyle XII. yüzyılda verilmiştir.  XIII. yüzyıldan itibaren ise Divan edebiyatında yaygınlaşmaya başlayan miraciyyelerin, özellikle XVI. yüzyıldan sonra şairlerin divanlarında yer aldığı; XVII. ve XVIII. asırlarda da hemen hemen her şairin bir veya birkaç miraciyye yazdığı belirtilmektedir. Miraç Kandili’nde miraciyye okuma geleneğinin ise XVIII. yüzyılda Nâyî Osman Dede’nin miraciyyesiyle başladığı görüşü hâkimdir. Musikişinaslarımıza göre klasik musikimizin en uzun bestesi ve “Türk musikisinde, cami musikisinin en sanatlı formu” olarak nitelendirilen Galata Mevlevihane’si Şeyhi Kutb-ı Nâyî Osman Dede’nin miraciyyesi hakkında Revnakoğlu şu ifadeleri kullanmıştır:

“Nâyî Osman Dede’nin muhteşem bir muvaffakıyetle ibdâ ettiği o eşsiz kıymetteki şâh eseridir ki, bir benzeri yapılamamıştır, belki de yapılamayacaktır. Güftesi harika, bestesi şahika sayılacak kudrettedir.”

Kaynaklarda zikredildiğine göre Nâyî Osman Dede'nin miraciyyesi, Miraç Kandili’nde veya ertesi gün camilerde, mevlevihane ve tekkelerde icra edilirdi. Namazın ardından önce İsra süresinin baş kısmı bir hafız tarafından okunur, ardından da iki mirachan birbirine bitişik iki kürsüde bahirleri karşılıklı icra ederlerdi. Bu esnada kürsülerin altındaki zakirler ise her mısraın sonunda cumhur olarak "sallü aleyh" ibaresini makamına göre okurdu. Altıncı bahrin her mısraının sonunda ise "minna's-salat" ibaresi söylenir, münacat hanesinde de "ıkbel ya mücib" terennümü tekrar edilirdi. Okunacak her bahirden önce o bahre mahsus bestelenmiş tevşihler cumhur olarak seslendirilirdi. Münacat bölümü icra edilirken ise dinleyicilere gül suyu serpilir, miraçta Hz. Peygamber'e sunulan içecekleri temsilen şerbet, süt ve şeker ikram edilirdi. Miraciyye tamamlanınca genellikle Necm süresinin ilgili ayetleri ya da Bakara süresinden bir bölüm okunur, miraç duası ile de merasim sona ererdi.

Nâyî Osman Dede’nin miraciyyesi, neva bahrinin zamanında tespit edilememesi ve bunu bilenlerin zamanla vefat etmesi dolayısıyla unutulmuştur. Ancak diğer bölümleri Eyyübî Zekâizâde Hâfız Ahmed İlhâmi Efendi, Galata Mevlevihane’sinin son neyzen basısı Hattat Hacı Emin Dede ve Abdülkadir Töre gibi musikişinaslar tarafından notaya alınarak günümüze ulaşması sağlanmışsa da miraciyye okuma geleneği zamanla ortadan kalmıştır. Günümüzde maalesef bu gelenek devam ettirilmemektedir.

Osmanlı döneminde mübarek gün ve gecelerde okunan ve bugün artık terkedilmiş bir diğer form da minareden “temcid” okuma geleneğidir. Arapça “ta’zim ve senâ etmek” manaslarına gelen temcid, minarelerden besteli ya da irticalen belirli makamlarla Allah’a yapılan dua ve münacatlardır. Kaynaklarda yazıldığına göre; Temcid okunmaya üç ayların girmesi ile başlanır, recep ve şaban ayları ile kandil gecelerinde yatsı namazından sonra, ramazan ayında ise sahur vaktinde ve teravih namazından sonra temcid okunurmuş. Yine kandil gecelerinde temcid okuyanların sayısının arttığı, temcid okunurken de minarenin altında biriken ahalinin okunan temcid hakkında yorumlar yaparak âdeta bir musiki meclisi oluşturduğu ifade edilir.

Halk arasında, sahura okunan temcid sesi ile uyanan ve sahurluk hazırlamaya vakti kalmayan hanımların iftardan kalma pilavı ısıtarak servis etmeleri dolayısıyla deyimleşen “temcid pilavı” ifadesi de bu gelenekle ilişkilidir.

Kandil gecelerine özel telif edilmiş bu özel musiki formlarının yanı sıra kültürümüzde üç aylarda ve mübarek gecelerde okunmak üzere bestelenmiş birçok ilahi de mevcuttur. Bu ilahiler genelde okunduğu zaman dilimine göre isimlendirilir. Örneğin regaip ilahileri, miraç ilahileri, Kadir gecesi ilahileri gibi... Yine ramazan ayında teravih namazları da “teravih tertibi” denilen belirli bir makam seyrine göre kılınır ve aralarda da kılınacak rekâtların makamına uygun “ramazaniyye” adı verilen ilahiler okunurdu. Günümüzde “Enderun usulü” diye de isimlendirilen bu gelenek D.İ.B. tarafından ramazan ayında belirli camilerde uygulanarak canlandırılmaya çalışılmaktadır.

Editör: Mehmet Çalışkan