Dr. Muhlis Akar

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Doğru ve güvenilir bilginin fert ve toplum hayatı açısından önemi büyüktür. Toplumların maddi ve manevi gelişimi bilgi ile olur. İnsana rehberlik eden, hayatını kolaylaştıran, iyiliğin, güzelliğin, hakkın, hukukun, doğrunun aracı bilgidir. İnsanlık, ilmin ve bilginin rehberliğinde karanlıklardan aydınlığa çıkar. “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer, 39/9). İnsan ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde devam etmesi, toplumda barış, huzur ve kardeşliğin inşası için de doğru ve güvenilir bilgi önem arz eder. Doğru ve güvenilir bilgi ise sağlam ve güvenilir kaynaklardan elde edilir.

Yorumunu yapmaya çalıştığımız ayet-i kerimede, “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” buyrularak, özellikle insan ilişkilerinde doğru bilginin önemine vurgu yapılmakta; kesin bir bilgiye sahip olmadan insanlar hakkında söz söylemenin, yargıda bulunmanın, kısaca bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın kişiyi sorumlu kılacağı hatırlatılarak böyle bir davranış yasaklanmaktadır.

Ayet-i kerimede özellikle kulak, göz ve kalbe vurgu yapılması anlamlıdır. İnsan, genellikle duyduğuyla, gördüğüyle veya akıl ve vicdanıyla hareket eder. İşittiği herhangi bir haberi ya da gördüğü bir olayı kesin bir bilgiyle destekleyip akıl ve vicdan süzgecinden geçirmeyince de hata eder. Zira her zaman gördüklerimiz ya da duyduklarımız gerçeği bütünüyle yansıtmamakta, ilave bilgiye ve farklı bakış açılarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle ayette söz konusu organların yaratılış amacına uygun olarak doğru bir şekilde kullanılması ge-rektiği, aksi takdirde bunlardan sorumlu olunacağı mesajı verilmektedir.

İnsanların birbirleri hakkında olumlu kanaatlerinin oluşmasında doğru ve güvenilir bilgi ile haber kaynaklarının bu öneminden dolayıdır ki, yüce Rabbimiz Hucurât suresinde de iman eden kullarını bu konuda dikkatli olmaya çağırmaktadır: “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hucurât, 49/6).

O hâlde Müslümanlar, bu hususta oldukça uyanık olmalı; kardeşlik hukukuna, birlik ve beraberliğe zarar vermemek için kesin bilgiye dayanmadan verilen haberlere göre hareket etmemelidir. Bilinmelidir ki herhangi bir haberi duyan kişi, sorumluluk yüklenmiştir. Haberi yaymak da habere muhatap olmak da hukuki ve ahlaki sorumluluk gerektirir. Zira haber bir emanettir. Emanet, emin elden ve güvenilir kaynaktan gelmelidir. Emin ve güvenilir elden gelen habere de sadakat gösterilmeli, ihanet edilmemelidir.

Aynı şekilde, “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır…” (Hucurât, 49/12) ayet-i kerimesinde de insan ilişkileri ile ilgili olarak kesin bilgi, belge ya da kanıt olmadan tahmine dayalı zanla hareket edilmemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu yüzden başkalarını suçlamak ve aleyhlerinde olacak bir karar almak söz konusu olduğunda zan şeklindeki bilgi delil olarak kullanılmamalıdır. Çünkü insanlar hakkındaki olumsuz tahminler, her zaman doğruyu yansıtmamakta, çoğu zaman sanılanın aksi gerçekleşmektedir.

Hz. Peygamber de “Her duyduğunu nakletmesi kişiye yalan olarak yeter.” (Müslim, Mukaddime, 5) buyurarak Müslümanları duyduklarını aktarmadan önce, onların doğru olup olmadığını iyice araştırmaya teşvik etmiştir. Zira yalandan kaçınmanın ve korunmanın yolu, duyulanları iyice araştırmaktan geçer. Bu hadis, herhangi bir araştırma yapmadan her söyleneni aktarmanın yalan söylemek anlamına geldiğini ifade etmektedir.

Bu arada şunu da ifade edelim ki, insanlar arası ilişkilerde doğru ve güvenilir bilgi önemli olduğu gibi dinî konularda da bilgininin sahih kaynaklardan ve işin ehlinden alınması son derece önemlidir. Yüce Rabbimiz, “…Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.” (Nahl, 16/43) buyurmuş, Hz. Peygamber de bir sefer esnasında mazeretinden dolayı teyemmümle yetinmesi gereken bir sahabiye su ile boy abdesti aldıran ve bu yüzden hastalanıp ölmesine sebep olanlar hakkında, “Onun ölümüne sebep oldular, Allah onların canlarını alsın! Cehaletin şifası sormak değil miydi?” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 125) buyurarak kişinin yeterli bilgiye sahip olmadan dinî konularda hüküm vermesinin ağır bir vebal olduğunu bildirmiş; din adına konuşanları sorumlu davranmaya ve bilmedikleri konularda bilenlerden doğru bilgi almaya teşvik etmiştir. Çünkü din adına söz söylemek, yorum yapmak, fetva vermek manevi ödülü kadar uhrevi sorumluluğu da olan bir görevdir. Dolayısıyla dinî konularda yeterli bilgiye sahip olmadan söz söylemekten sakınmalı, Allah'a karşı bilmediğimiz şeylerin söylenmesinin haram kılındığı (A’râf, 7/33)  bilinmelidir.

Özetle, yorumunu yapmaya çalıştığımız ayet-i kerimede kesin olmayan, sağlam bir dayanağı bulunmayan, tahmini ve dedikodu kabilinden olan bilgi ve haberlerin peşinden gidilmemesi emredilmektedir. Buna göre Müslüman bizzat duymadan, görmeden, araştırmadan herhangi şahıs ya da tüzel kişiler aleyhinde konuşmamalı, dedikodusunu yapmamalı, iftira etmemelidir. Özellikle fasıkların haberleri karşısında Müslümanca tavır takınmalı; duyulan, yayılan haberleri iyice araştırmalı; kesin bir bilgi, belge ve kanaate ulaşmadan kimse hakkında olumsuz bir yargıda bulunmamalıdır. İnsanlar hakkında şahitlik ederken de duyarlı davranmalı; duymadığı, görmediği, bilmediği ve kalbinin tatmin olmadığı bir konuda şâhitlik etmemelidir. Aksi takdirde bütün bunlardan ilahi mahkemede hesaba çekileceğinin bilincinde olmalıdır.

Editör: Mehmet Çalışkan