Fatma ÇATAK 

Aklımda Avrupa ülkeleri var. Havası soğuk, yağmurlu falan da medeniyet diye bize oraları tanıtmışlar işte… Lakin kader doğuyu işaret ediyor... Eğitim dönemi başladıktan kısa bir süre sonra pasaport işlemleri için telefon geliyor, koşuşturma başlıyor. Görevde ilk yılları olan taze ilahiyatçının heyecan ve iştiyakıyla: Rota Azerbaycan/ Bakü.

Bakı, coğrafyadan bildiğimiz bakı. Dağın gün görmeyen arka yüzü. Türkiye Türkçesinde Bakü olmuş… Akşama az bir vakit kala uçağımız havaalanına iniyor. Şehri kuşbakışı izlerken müstakil evlerin çinko çatıları parlıyor güneşin ışığından. İşlemler bitip yola koyulunca vakit akşamı gösteriyor. Araç içinden yapılan cadde çekimlerini izlediğim bir filmde gibiyim. Devasa caddeler, bol ışıklandırma, Sovyet mimarisinin en seçkin yapıları, gotik mimarinin derin ve ucu göğe uzanan binalarıyla, meydanı, heykeli bol bir şehir… İçimde sürekli kıyaslamalar… Türkiye’de şu an saat kaç, Türkiye’de olsam şu an ne yapardım? İçimdeki sesler eşlik ediyor gördüklerime.

Meğer yurt dışında yaşıyor olmak buymuş. Gün içerisinde dilimden defalarca Türkiye kelimesi dökülüyor. “Türkiye’de olsam…” diye başlayan onlarca kıyaslama kemiriyor zihnimi.  Evimiz, sofranın etrafında dizilmiş yemek yiyen ailem,  gözümde hafif bir buğulanma, Bakü’nün semalarına derin bir dalış…

Bu ülkenin insanı, mümbit bir toprak gibi mütevazı ve duygulu. Doğu insanlarının karakteri olsa gerek bu mütevazı duruş. Karşısındakini irite etmeyen, ona kibir gözlüğüyle bakmayan, sıcak bir münasebet kuruyorlar. Çünkü Türkiye’den geldiniz ve onları sevdiğinizi hissettiriyorsunuz.

Konuştukları dil memleketimin diline ne kadar benziyor. Kelimeler neredeyse birebir. “Heyet” diyorlar avluya. Bizdeki hayat... K seslerini g harfi ile seslendiriyorlar. Nazal n harfini nasıl bir yakıştırıyorlar kelimelere… Bakülüler bizdeki İstanbul Türkçesi gibi konuşuyorlar. Sanki dantel örmek, nakış işlemek gibi geliyor kulağa cümleleri. “Efendiiim?”  demiyorum artık onların konuşmalarına. Yöresel konuşmalara alışmışım. Azericede ifade edilen bazı kelimeler bizde farklı karşılık buluyor. Bu, birçok komik an yaşamak demek.

Ara sıra derste onların diliyle konuşuyorum. Nasıl mutlu oluyor öğrencilerim… Onlar Türkçe konuşmaya özeniyor, ben Azerbaycan şivesinde danışıyorum.

Kent merkezinde sosyal hayatta Rusça konuşulması gelecek nesiller adına beni üzüyor. “Dupduru Türkçeye kıyılır mı?” diyorum. Şehir insanının Rusçaya çalar bir lisanı var. Anlamak zor oluyor.

Pazardan domates salatalık almak istiyoruz. Satıcı Türk olduğumuzu anlıyor soruyor: “Siz xıyar pamidoru seher yimeğinde yirsiiiz?” “Evet, biz domates salatalığı kahvaltıda yeriz” diyorum. Gülümsüyor. Bir gün artık canım nasıl kısır istediyse koca bir leğen kısır yoğurdum sınıfım için. İnsan bir sormaz mı bu millet kısır yer mi yemez mi diye? “Biz tatlı severiz, o acıdır şimdi. Biz onu yemeyiz.” dediler. Kısır yahu, marula sarıp yiyeceksin! Meğer bunlar tatlı severmiş. Çayın yanında onca şekerlemeler, reçeller ondan zahir.

Hayretle ve dikkatle izlediğim tek şey var bu ülkede, asimilasyon çok az. Yerel kültürlerini ve insan olmaya dair pek çok değerlerini korumuşlar, yitirip tüketmemişler… Yılların Sovyet kültürü hayatlarında hissedilse de doğu batı sentezi olmuş âdeta…

Altın dişli insanlar görüyorum. Bu ülkede gencinden yaşlısına bir altın diş modası var. “Gızıl diş” diyorlar ve ekliyorlar. Türkler bu dişlere çok gülüyormuş. “Bizde nineler dedeler altın diş yaptırırdı evvelde. Şimdi o da kalmadı.” diyorum.

Annem, anneannem yaşında teyzelerle tanışıyoruz “Neft mühendisiyem.” diyor, gözlerim açılıyor. Anneannem yaşındaki teyze petrol mühendisiymiş. Birçok talebemizin annesi hekim, muallime, vekil (hukukçu)… Zihnim yine kıyasa geçiyor. Benim anneannem tam bir Osmanlı kadınıydı ama okuma yazma bilmezdi. Annem ortaokul seviyesinde kalmıştı. Burada en düşük eğitimli kadın 11. Sınıfı bitirmiş ve Rus dilinde okumuş.

Çok uzaklardan zorla duyulan sesler geliyor bazen. Camilerden gelen ezan sesiymiş. Türkiye’den farklı bir musikiyle okunuyor burada ezan. Cami görmek de pek kolay değil. Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığının yaptırdığı Şehitlik Camii ve İlahiyat Fakültesi Camii genellikle Türklerin gittiği camiler. “Ah!” memleketimdeki ezan seslerini ne kadar özlüyorum.

Azerbaycan’da geçirdiğim onca zamandan sonra dönüş yolunda tatlı bir heyecan var içimde. Memleketime kavuşma heyecanı. Bir an evvel uçağa binmek için acele ediyorum. Ardımda onlarca hatıra,  yine güneşin aydınlattığı çinko çatıları izleyerek Karadeniz üzerinden ülkeme doğru yol almaya başlıyorum. Dönüşte uçak İstanbul semalarında uçarken gayriihtiyari cami ve minare sayıyorum. Allah gördüğümüzden geri koymasın.

Editör: Mehmet Çalışkan