Nagihan Aydın

Aile büyükleriyle geçen çocukluğumun ardından bu tür ziyaretlerde ilk aklıma gelen, kendi aile fertlerim oluyor ve çocukluğuma sarılıp öyle kalmak istiyorum. Geçen yıllara inat hep aynı saflıkla sevmek onları…

Sevgi ve şefkate en çok ihtiyaçlarının olduğu vakitte tek başına kalmanın adı bu olsa gerek. Şehirde ne kadar yalnız varsa hepsinin toplandığı bir ev hayal ediyorum. Evin çatısında büyük delikler, pencereleri tahta yamalı, perdeleri sararmış, odaları is kokuyor. Yarası birbirine benzese de acısı farklı insanların soluğu sinmiş her yana. Kiminin acısı nasır bağlamış, kimi hâlâ ilk gün gibi kanıyor. Evin içinde koca bir boşluk, boşluğa aynı yerden bakan gözler, kalplerin üstünde eller, eller hep soğuk…

Yol boyunca planlar kurdum. Heybemdekiler onları mutlu etmeye yetecek mi bilmiyordum. Kur’an-ı Kerim okumak, onlarla sohbet etmek, belki ufak hediyeler götürmek... Kendimi onların yerine koymayı düşünüyor, onları anlamaya çalışıyordum. İyi ama yalnızlığı nereye sığdırabilirim ki?

Önce kursuma gittim. Öğlene dersim bitti. Gönüllü olarak ziyarete gitmek isteyen dört öğrencimle birlikte huzurevinin yolunu tuttuk. İçimden onlar için edeceğim duaları geçiriyorum. Nihayet kapıya geldik. İçeri girdiğimizde kapıda bulunan bir görevliye derdimi anlattım. Kadın görevli her hafta bir arkadaşımız geldiği için duruma alışkındı, bizi hemen yaşlılarımızın olduğu kata yönlendirdi.

Odaya girdiğimde henüz gelmemiş olanlar vardı. Yanımda bulunanlar biraz beklememi istediler. “Elbette beklerim” dedim. Kimi pencereden dışarı bakıyordu kimi hüzünle gözlerini yer döşemesinde gezdiriyordu. Kimi de sıcacık gözlerini bana çevirmiş öylece bekliyordu. Yaşlılarla sohbet çocuklarla sohbete benzer, her ikisi de riyasız ve samimidir. Programdan önceki ufak sohbetlerde hayat arkadaşını erken kaybedenler, evlatlarına yük olmamak düşüncesiyle gelip huzurevine kendi kayıt olanlar kaç yıldır burada olduklarını anlattı. Yılların kaydı böyle yerlerde daha bir özenli tutuluyormuş, anladım.

Bu buluşmalara önayak olan Cemile Teyzemiz de geldikten sonra programımız başladı. Kendimi tanıttıktan ve ufak bir hasbihâlden sonra, ilk söz ilahi kelamındı. Kur’an-ı Kerim okumaya başladım. Birlikte salavatlar getirdik, dualar ettik.

Gelirken öğrencilerimle aldığımız ikramlıklar eşliğinde sıra çay sohbetine geldi. Gençliğinde İstanbul Sultanahmet civarında ikamet eden, kırk senelik iş hayatının ardından emekli olan ve eşini de kaybedince huzurevine gelerek kaydını yaptıran Cemile Teyze sözü aldı: “Doksan yaşında olabilirim ama kalbim ve ruhum, beden yaşım ne olursa olsun Rabb’imin verdiği imanla dipdiri. Sabah uyandığımda gözlerimi açabildiğim için, yatağımdan kalkıp ihtiyaçlarımı giderebildiğim için en önemlisi kalp ameliyatı olamama rağmen hâlâ Allah’ı zikredebilecek bir nefesim olduğu için sonsuz şükürler olsun.” Sohbet koyulaşınca odada kalan arkadaşlarına yardımcı olduğunu, onlara sahur yemeği gibi güzel davetler verdiğini de öğrendim.

Çayımın son yudumunu da içtim ve bardağı sehpaya bıraktım. Aklımdan geçen veda sözlerini sıralamaya hazırlanırken kat görevlisi kadın içeri geldi ve sehpa üzerindeki boşalan çay bardaklarını yanında getirdiği tepsiye toplamaya başladı. Herkes bir anda cebinde taşıdığı küçük para kesesine sarıldı ve çayların parasını ödemek istediler. “İzin verirseniz çaylar benim ikramım olsun.” dedim. O an sessizlik oldu. Birden sağ kulağıma naif bir ses ilişti: “Hocam bizim hayatımız şu duvarlar arasında geçiyor. Misafirlerimize bir şeyler ikram etmenin tarifsiz mutluluğunu yaşıyoruz. İznin olursa çayları arkadaşlarımız ikram etmek isterler. Yine de teşekkür ederiz.”

Yutkunamadım. Derin bir nefes alıp bütün yaşlılarımıza “Allah yaptığınız ve bundan sonra yapacağınız bütün hayırları kabul etsin.” dedim.

Bir sevgi girdabında hızla dönerken buldum kendimi. Şefkatli bakışlar, katıksız sözler, mahcup yüzler…

Öğüt vermeye gittiğimi sanıyordum, öğüt de aldım, huzur buldum.

Şimdi dışarıda günler nasıl geçiyor öğrenmeliyim.

Editör: Mehmet Çalışkan