Betül Yılmazörnek

Süreyya yıldızı kadar uzakta da olsa hakikati bulabilmek, Selmân-ı Fârisî ve onun tabiatındaki insanların özelliğiydi demek ki. Öyle ya; niceleri, yanı başında bir ömür geçirmelerine; ahlakının, iffetinin, dürüstlüğünün tanığı olmalarına rağmen; Resul-i Zîşân Efendimiz’e (s.a.s.) iman etmemişlerdi. Selmân-ı Farisî ise çok uzaklardan gelmişti Medine'ye. Daha önce tanımadığı bu insanların arasına İran topraklarından gelip katılmıştı.

İran’ın Râmehürmüz şehrinde ateşe tapan Mecusi bir ailenin çocuğu olarak doğmuştu Selmân-ı Fârisî. Mecusi olarak yetişmiş, hatta ateşi yakma ve muhafaza etme işini üstüne almıştı. Varlıklı bir aileden geliyordu. Köyünün reisi olan babası kendisine son derece düşkündü, yanından ayrılsın istemezdi. Bir gün, kendisi meşgul olduğu için çiftliğe Selmân’ı gönderdi. Selmân çiftliğe doğru giderken yolda bir kiliseye rastladı ve içerden gelen sesleri işitince onları seyretmeye koyuldu. Gördükleri karşısında çok etkilenmişti. "Vallâhi bu bizim tuttuğumuz dinden daha hayırlıdır.” diye düşündü. Bu heyecanla güneş batana kadar çiftliğe gitmeyi bile unuttu. Eve döndüğünde babasına kilisede gördüklerinden bahsetti. Babası, “Oğlum, atalarının dini daha hayırlıdır.” diye onu vazgeçirmeye çalıştıysa da Selmân fikrinde ısrarlıydı. Babası onu engellemek için ayaklarına bukağı vurdu. Ancak Selmân, yine de bir yolunu bulup Hıristiyanlara ait bir ticaret kervanıyla Şam'a doğru yola çıktı.

Hıristiyanlığın o günkü merkezlerinden olan Şam’a vardığında orada en üstün din adamı olarak görülen piskoposu buldu ve onun yanında kalarak Hıristiyanlığı öğrenmeye çalıştı. Sonrasında yerine geçen kimseyle Şam'da kalmaya devam etti. Ancak bu kişi de, bir müddet sonra hastalandı. Selmân ona, kendisinden sonra kime gitmesini tavsiye ettiğini sordu. O da Musul'daki bir şahsa işaret etti. Selmân-ı Fârisî’nin hakikat arayışıyla çıktığı yolculuk bu defa Musul'a uzanacaktı.

Geçen zaman içerisinde önce Musul’a, ardından Nusaybin ve Ammûriyye'ye (Sivrihisar) gitti. Ammûriyye'de, beraberinde kaldığı rahibin ölümü yaklaşınca Selmân, ondan da kendisine tavsiyede bulunmasını istedi. O ise, Hıristiyan bir rahip önermedi ama Hz. İbrahim’in dini üzere gönderilecek bir peygamberin gelmesinin çok yaklaştığını haber verdi. Bu peygamberin Arap topraklarından çıkacağını ve iki kara taşlık arasında hurma bahçeleri olan bir beldeye hicret edeceğini söyledi. Ayrıca onun hediye kabul etmekle beraber sadaka almayacağını ve kürek kemikleri arasında nübüvvet mührü bulunacağını ilave etti. “Gidebilirsen o beldeye git.” dedi.

Selmân için yeni istikamet Arabistan toprakları olacaktı. Bir müddet daha Ammûriyye'de kaldı. Ardından Kelb kabilesinden bazı kimselerle belli bir meblağ karşılığında anlaşıp Arabistan'a doğru yola çıktı. Ancak bu kimseler Vâdi’l-kurâ’ya geldiklerinde onu köle olarak bir Yahudi'ye sattılar. Selmân, bir müddet burada kaldıktan sonra Medine'deki bir Yahudi'ye satıldı. Kudret-i ilahi böylece onu Efendimiz’e (s.a.s.) yaklaştırmıştı.

Medine’ye geldikten bir süre sonra Allah Resulü’nün (s.a.s.) hicret haberini işitti. Vücudunu bir titreme sardı. İlk fırsatta, yanında bulunan bir miktar yiyeceği alıp Âlemlerin Efendisi’ni görmeye gitti. Gerçekten aradığı kişi olup olmadığını anlamak istiyordu. Getirdiği yiyecekleri, sadaka olduğunu söyleyerek Efendimize (s.a.s.) yaklaştırdı. Resulüllah (s.a.s.), kendisi yemeyip ashabına hitaben “Yiyiniz.” buyurdu. Selmân-ı Fârisî, “Bu bir!” dedi içinden. Sonrasında, tekrar bir şeyler getirdi ve bu defa hediye olarak ikram etti. Resulüllah Efendimiz (s.a.s.) getirdiklerinden yedi. Bu da ikinci işaretti. Günün birinde, fırsatını bulup nübüvvet mührünü de gördü. Gözyaşları içerisinde Müslüman oldu. Sonunda aradığı hidayet rehberine erişmişti. Yıllardır bin bir engele çarparak diyarlar geçen coşkun su, nihayet ummanına kavuşmuştu.

Selmân-ı Fârisî için yeni bir hayat başlıyordu. İlk yıllarda köleliği devam ettiği için önemli hadiselere katılımı sınırlı kalıyordu. Daha sonra ise, üç yüz hurma fidanı tutturması ve kırk ukiyye altın ödemesi karşılığında serbest kalmak üzere sahibiyle anlaştı. Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.s.), kırk ukiyye altının ödenmesini temin ettiği gibi fidanları dikme işine de bizzat yardım etti.

Hürriyetine kavuştuktan sonra İslam’a pek çok hizmetleri dokundu Selmân-ı Fârisî’nin. Hendek Savaşı’nda şehrin etrafına hendek kazılmasını tavsiye ederek Medine’nin korunmasına katkıda bulundu. Sonraki gazvelerde de daima Peygamber ordusunun içinde bulunmaya gayret etti. Ashâb-ı Suffe arasına katılarak Resulüllah’ın sohbetiyle ilmini günden güne arttırdı. Selmân-ı Fârisî, Resul-i Ekrem Efendimiz'in (s.a.s.) vefatından sonra Irak bölgesine yönelik fetihlerde yer aldı ve Hz. Ömer (r.a.) tarafından Medâin valiliğine getirildi. Valiliği sırasında kendisine verilen maaşı tasadduk edip el emeği ile geçinmeyi tercih eden güzide bir şahsiyetti. Hicretin 36. senesinde Medâin’de vefat etti.

Müminlerin, “Selmânu’l-hayr” ve “Selmân-ı pâk” lakaplarıyla andığı bir hakikat yolcusuydu o. Bize, hakikatin peşinde olmayı ve kimin yanında olursa olsun hakka taraf durmayı öğreten sahabi efendilerimizdendi.

Cenab-ı Hak, bu güzel insanların örnekliğinde ömürler sürmeyi bizlere de nasip etsin…

Editör: Mehmet Çalışkan