Eyüp DEMİR
DİB Arşiv Uzmanı

Önce Arabistan yarımadası sonra Anadolu, Asya ve Kuzey Afrika’da, yapılan fetihlerle yayılan İslamiyet, Mekke’den kilometrelerce uzakta bir yer olan Avrupa’nın güneyindeki İspanya’ya kadar ulaşmış, ilk vahiyden tam yüzyıl sonra, 711 yılında burada da filizlenmeye başlamıştı. İspanya’da Tarık b. Ziyad ile atılan İslamiyet tohumu, dev bir ağaç hâline gelmiş, 1492’deki son hükümdar Ebu Abdullah’ın şehri terk etmesine kadar yaşamıştır. İspanya 781 yıl Müslümanların hâkimiyetinde kalmıştır.

Tarık b. Ziyad İspanya sınırına dayandığı zaman askerlerine hitaben: “Askerlerim gördüğünüz gibi önümüz düşman arkamız deniz, sığınacak hiçbir yerimiz yok, sabretmeliyiz. Düşman bütün gücüyle üstümüze gelecek, ayrıca onların teçhizatı ve yiyecekleri bizimkinden fazladır. Bizim kılıçtan başka silahımız, düşmanın elinden alacağımız ekmekten başka ekmeğimiz yok, ölümden korkmazsanız zafere ve Allah’ın size vaat ettiklerine ulaşabilirsiniz.” dedikten sonra bazı rivayetlere göre gemileri yaktırarak artık dönüş olmadığını ya burada öleceklerini ya da zafer kazanana kadar mücadele edeceklerini söylemiştir. Bu konuşmadan sonra fetihlere başlanmış; Sevilla, Toledo, Cordoba, Malaga, Zaragoza ve Barselona gibi şehirler ele geçirilmiştir. 

Müslümanlar Endülüs’ü fethettikten sonra burada bulunan Hristiyan ve Yahudilerin inançlarına karışmamış, onların huzur ve güven içinde yaşamaları için her türlü önlemi almıştır. O devirde Kurtuba, Sevilla, Granada, Palermo, Barselona gibi Endülüs şehirleri ilim irfan yuvasıyken buna karşılık Londra, Paris, Roma gibi Avrupa başkentleri Orta Çağ karanlığı ile boğuşuyorlardı. Endülüs sokakları kaldırım taşları ile döşenmiş, gece lambaları ile sokaklar aydınlatılmış, su yolları yapılarak evlere ve bahçelere bol bol su verilmiş, evler, saraylar, camiler, hamamlar, üniversiteler ve halk kütüphaneleri ile birer ilim ve kültür merkezi hâline getirilmişti.

Mesela Kurtuba’da o dönemde 17 üniversite, 70 halk kütüphanesi, 60 saray ve 700 hamam mevcuttu. Buna karşılık Avrupa cehalet ve sefalet içindeydi. Endülüs’te insanlar modern yollarla tedavi edilirken Avrupa’da insanların ruhuna şeytan girmesi sonucu hastalandıkları kanaati hâkimdi.

Avrupalılar din savaşları adı altında birbirlerini kırıp geçirirken, Endülüs’te nüfusu 30 milyonu aşmış olan farklı dine mensup halk, insanca hayatını devam ettiriyordu. Günümüzde Avrupa’nın gurur kaynağı olan ve o dönemde unutulmaya yüz tutan Yunan filozofları, Müslümanların yaptıkları çeviri faaliyetleri sayesinde Endülüs üniversitelerinde yaşamaya devam ediyorlardı. Üniversitelerde dinî ilimlerin yanında dil bilgisi, belagat, mantık, geometri, astronomi, matematik, müzik gibi müspet ilimler de öğretiliyordu. Endülüs’teki bilgi birikimi Avrupa’yı o kadar etkilemişti ki Avrupalı soyluların çocukları Endülüs üniversitelerinde eğitim almak için akın akın İspanya’ya geliyordu. Bu öğrenciler, Arapça öğrenerek hem Arapçaya tercüme edilen Yunan filozoflarının eserlerini öğreniyorlar hem de İslam dünyasına ait çok değerli eserleri İngilizce, Fransızca ve Almancaya çeviriyorlardı. Hristiyanlar ve Yahudiler, Endülüslü Müslümanlar gibi giyiniyorlar, onlara benzer bir yaşam tarzı sürüyorlardı. Bunların başında da Sicilya Kralları II. Roger ve II. Frederick yer alıyordu. Endülüs Emevi Devleti’nin ilime ve bilime verdiği bu değerin yansımaları sadece İspanya ile sınırlı kalmamış Avrupa’yı da derinden etkilemiştir. Özellikle Endülüs’te eğitim gören Avrupalı öğrenciler vasıtasıyla Avrupa’da özgür düşünce gelişmiş ve akla dayalı bilimsel çalışmaların da önü açılmıştır. Batı’da bu öğrenciler vasıtasıyla kilise ve engizisyon mahkemelerinin etkisi kırılmış modern Avrupa’nın doğuşunu başlatan Rönesans ve Reform hareketleri ortaya çıkmıştır.

Endülüs Emevi Devleti, XI. yüzyıl başlarından itibaren siyasi olarak zayıflayınca bunu fırsat bilen Hristiyanlar küçük devletler kurmaya başlamıştır. Aragon Kralı Ferdinand ile Kastilya kraliçesi İsabel’in evlenmesiyle de İspanya’daki Müslümanların geleceği tehlikeye düşmüştür. Özellikle Cebel-i Tarık Boğazı’nın Hristiyanların eline geçmesiyle durum daha da kötüleşmiştir.

1487 yılında Endülüs Sultanı Emir Abdullah, Osmanlı Hükümdarı II. Bayezid’den yardım istese de o dönemde Cem Sultan olayı ve Memluklular ile uğraşan II. Bayezid bu talebe olumlu cevap verememiştir. Tamamen Hristiyanların eline geçen Endülüs’te birkaç tarihî bina dışında geriye hiçbir şey kalmamış, camiler, saraylar, köprüler yıkılmış, içerisinde binlerce cilt el yazması olan kütüphaneler içindekilerle yakılmış, İslamiyet’e ait olan ve Müslümanlığı simgeleyen ne varsa yerle bir edilmiştir. Endülüs’ün son hükümdarı Endülüs’ü ağlayarak terk etmiş, geride kalan Müslüman ve Yahudileri de II. Bayezid, Kemal Reis önderliğinde bir filo ile kurtararak İstanbul’a getirmiştir.

Sekiz asırda oluşturulan medeniyet on yılda yerle bir edilmiştir. Oysa sekiz asır İspanya’da hâkimiyet süren Müslümanlar, bunun tam tersini yapmış, Hristiyanlara ait hiçbir kutsala dokunmamıştır.

Endülüs zamanında ilim ve kültür merkezi olan şehirler bugün o dönemden kalan birkaç eser sayesinde turistik bir şehir hüviyetine dönüştü. Uzmanlara göre Hristiyanların Endülüs’te yaptığı tahribat ile Moğolların Bağdat’ta yaptığı tahribat olmasaydı, bilim şu anda daha ileride olabilirdi.

Editör: Mehmet Çalışkan