Cami ve Aile

Tuğrul Okay

Allah’ın evi mabetler ile sevgi ve merhametin neşvünema bulduğu evler, görünmez zincirlerle birbirine bağlı, birbirine omuz veren iki güçlü toplumsal sütundur. Müslümanlar için iki dünya saadeti, bu sütunların ayakta olmasıyla mümkündür.  Şöyle bir durup düşünecek olursak, bugün, bir ailenin, bitmek tükenmek bilmeyen dünya telaşına ara vererek bütün fertleriyle camiye gitmesinden, camiyi şenlendirmesinden daha güzel ne olabilir? Böyle bir davranış, İslam’ın el üstünde tuttuğu iki değerli haneyi birleştirmek anlamına da gelecektir. Kaldı ki yaşam boyu devam edecek ibadet bilinci, aile ortamında ve mabetlerde elde edilir.

İslam aile yapısı, iki insan arasındaki ilişkiyi hukuki ve vicdani olarak rasyonel bir temel üzerinde inşa eder. Erkeğin ve kadının birbirine karşı hak ve sorumluluklarını, onların fıtratlarına uygun şekilde yerli yerine oturtur. Eşler arasında karşılıklı sevgi ve saygının, anlayış ve özverinin egemen olduğu bir atmosfer, her şeyin üzerinde tutulur.

Bugün İslam dünyasının en müstesna değeri hâlâ ailedir. Ahlakın büyük ölçüde erozyona uğradığı modern dünyada Müslümanlar, medeniyetlerinin çekirdeğini teşkil eden aile kurumunu büyük bir titizlikle muhafaza etmekte, onu dış tesirlerden olabildiğince korumaktadırlar. Bugün İslam dünyası ile Batı arasında yapılacak bir mukayesede ilk elden varılacak sonuç, bizi İslam dünyasının elindeki en büyük gücün aile olduğu gerçeğine götürür. Bu yüzden aile çevresinde şekillenen eğitimin, bireysel ve toplumsal erdemlerin korunması noktasında Müslümanların dikkat kesilmeleri gereken bir süreci ihtiva ettiği unutulmamalıdır.

Ailenin korunmasındaki en önemli etkenlerden biri, aile fertleri arasında dinî atmosfer sayesinde oluşturulan koruyucu katmandır. Bu katman âdeta aileyi dış tesirlerden koruyan, kendi içinde sarsılmaz halkalarla birbirine kenetleyen bir mahiyet arz eder. Çünkü gerçek anlamda yakınlık, insanların yüz yüze bakmalarıyla değil, birlikte aynı yöne bakmalarıyla tezahür eder.

Dinî pratikler, aileye bu fırsatı sağlar. Birlikte aynı Yaradan’a aynı zamanlarda aynı duygularla yönelen insanlar arasında oluşacak bağ, başka hiçbir şeyle ikame edilemez.

Sabah namazlarına kalkan bir aile, ebeveyninden çocuklara kadar bambaşka bir ruhsal iklimin kuşatması altına girmiş olur. Aynı mabuda el açıp ondan yardım dilemek, bereket ve merhamet talep etmek, her şeyden önce duanın sahipleri üzerinde dönüştürücü bir etkiye sahip olacaktır.

Peygamber Mescidi

Aile ve ibadet kavramı, modern yaşamda pek de birbiriyle ilişki içinde kavramlar olarak telaffuz edilmez. İnsanların hız ve telaş sarmalında ibadetleri gittikçe bireyselleştirdikleri gözlenir. Hâlbuki İslam’ın ilk asırlarından itibaren ibadetler bir yanıyla ruhsal/bireysel bir yanıyla da toplumsal/ailevi bir veçheye sahiptir. Hz. Peygamber’in Müslümanların vakit namazlarını mescitte eda etmelerine dair güçlü emir ve tavsiyeleri, İslam’ın ilk muhatap halkası sahabeler üzerinde büyük bir etki uyandırmış, bu noktada duyarlılık gösteren sahabeler çok önemli bir mazeretleri olmadıkça namazlarını mescitte, cemaatle kılmışlardır.

Peygamber mescidinde erkeklerin yanı sıra kadın ve çocuklar için de bölümlerin olduğu, hanım sahabelerin vakit, cuma ve bayram namazlarında Allah Resulü’nün arkasında saf tuttukları bilinmektedir. Bu yönüyle ibadetler ve özellikle de namaz, kadın erkek genç yaşlı toplumun her kesiminden insanı birleştirici bir özellik taşır, âdeta sağlam bir toplum inşasında harç vazifesi görür.

Hz. Aişe’den (r.a.) nakledilen bir rivayet şöyledir: “Resulüllah, sabah namazını kıldırdığı zaman mümin kadınlar örtülerini örterek orada hazır bulunurlar, daha sonra da evlerine dönerlerdi ki onları kimse tanıyamazdı.” (Buhârî, Salat, 13)

Hz. Peygamber (s.a.s.), kadınların ve genç kızların bayram namazlarına gelmesini teşvik etmiş (Buhârî, İdeyn, 12), mescitte onlara nasihatte bulunmuş (Buhârî, İdeyn, 16), kadınların talebi üzerine haftanın belirli günlerinde onların sorularını cevaplandırmıştır (Buhârî, İlim, 36).

Bir yandan bütün toplumu tek çatı altında ve ortak dinî hassasiyetler etrafında birleştirirken diğer yandan da o toplumun yapı taşlarından olan kadınları kendi yaratılış özelliklerini göz önünde bulundurarak muhatap almış, onlarla hususi olarak ilgilenmiştir.

Caminin Birleştirici Gücü

İslam dini herhangi bir zümreye özgü değildir. O ilk günden itibaren dünyevi seçkinlik algısını ortadan kaldırmış, Allah karşısında herkesin eşit sorumluluğa sahip bireyler olduğunu vazetmiştir. Ailece camiye gitmek, bir Peygamber sünneti olarak İslam beldelerinde uzun yıllar tatbik edilmiştir. Çocuğuyla, kadını ve erkeğiyle aile bir bütün olarak camidedir. Kuşaklar camide buluşur.  Genç ve ihtiyar yan yana saf tutar. Daha sonraki yüzyıllarda ise mabetlerdeki kimi fiziki yetersizlikler yüzünden ve yanlış bir takım algıların yaygınlaşmasından ötürü ailelerin camilerle buluşması maalesef ki sekteye uğramış, özellikle cemaat içindeki kadınların ve çocukların sayısı günden güne azalmıştır.

Günümüzde ise hemen her camide kadınlar için bölümler ayrılmış, çocukların hem ibadet şuurunu idrak edebilecekleri hem de o masum çocuksu halleriyle cami ile aralarında kendilerine has bir ilişki geliştirebilecekleri ortamlar sağlanmıştır. Ailece camiye gitmenin önünde herhangi bir engel söz konusu değildir artık. Kaldı ki modern yaşamın aileyi ayrıştıran ve birbirinden uzaklaştıran rüzgârı karşısında mabetler bugün, dün olduğundan daha büyük bir öneme sahiptirler. Söz gelimi ramazan ayı boyunca topluca gidilen teravih namazları, hem yetişkinler hem de çocuklar üzerinde tarifi imkânsız bir ruhsal onarıma, kolektif bilince ve sarsılmaz bir güvene zemin hazırlayacak, onların kalplerinde sevgi tohumları yeşertecektir.

Her şeyden önce İslam’ın bir ahlak ve ibadet dini olduğu gençlerin algı dünyalarına yerleştirilmek suretiyle, onların zamanın sarsıcı dalgaları karşısında dinç ve diri kalmalarına imkân sağlanmış olacaktır. Günümüzde ibadetlerin bireyselleşmesi, zannedildiği gibi bir huşuya değil, aksine dinî hassasiyetlerde tehlikeli bir savruluşa neden olabilir. Müslümanlar, bütün tarihî sarsıntılardan sosyal ve bütüncül şuurları, birbirine omuz veren din kardeşliği bilinci sayesinde yara almadan kurtulmuşlardır. Bugün hâlâ İslam dünyasında aile kurumunun bütün canlılığıyla ayakta durması, bu bütüncül şuurun bir sonucu olarak anlaşılıp okunmalıdır.

Şüphesiz ki ibadetler, aile atmosferinde bambaşka bir boyut kazanmakta, bireyler üzerinde yaşam boyu onları koruyacak bir merkez duyguya malik kılmaktadır.

Bu merkez duygu, Batı’da on dokuzuncu yüzyıl itibarıyla tavan yapan deist ve pozitivist savruluşun, bizim coğrafyamızdan kendine dilediğince kurbanlar elde edememesinin de teminatıdır. Çünkü din ve ahlak her şeyden önce insanın duygu dünyasında filizlenen, kök salan olgulardır. Bu duygu dünyasının kuluçkası ailedir. İnsanın büyüklerinden görerek elde ettiği bilginin ve görgünün yerini başka hiçbir bilgi ve görgü dolduramaz.

Birlikte ibadet etmek, şehrin tarihî ve çağdaş camilerinde birlikte namaza durmak, bunu bir alışkanlığa dönüştürmek ve özellikle çocukların nazarında keyifle yapılan bir davranış hâline getirmek, pek çok manevi nimetin de celbine vesile olacaktır.

Şehrin Kalbi Camiler

Geçmişte İslam dünyasında camiler şehirlerin ve beldelerin merkezinde inşa edilirdi. Şehirlerin tam kalbinde ulu bir cami yükselir, minareleri şehrin dört bir yanından seçilirdi.

Sokaklar caminin olduğu meydana çıkar, sokaklar gibi insanlar da cami çevresinde birbirine bağlanarak bir bütünlük oluştururlardı.

Bugün Anadolu’da pek çok yerleşim yerinde Ulu cami adıyla bir caminin olması da bu mimari hassasiyetin tezahürüdür. Cami merkez noktaydı. Bu merkez noktayı sırasıyla eğitim kurumları takip ederdi.

Cami çevresi ilmî çalışmaların, ders halkalarının beşiği olurdu. Ardından sosyal hayatı idame ettirecek alışveriş ve pazar yerleri gelir, halka genişlerdi. Dolayısıyla cami sadece bulunduğu mekân açısından değil yaşamın bizzat kendi işleyişinde de merkezî bir konumdaydı.  Ardından da evler bu halkanın etrafında yer alırdı. Böylece insan ve mabet arasındaki irtibat, onun evinden sosyal hayatına varıncaya kadar nüfuz eder; bu biçimsel kurgu, fertler üzerinde düşünsel ve ruhsal imzasını atardı.

Kul ile Yaradan’ı arasındaki bu bağ, yaşam pratikleri açısından da desteklenirdi. Modern dünya, böylesi bir güçlü bağa başkaldırı olarak tezahür ettiği için, kul ile Rabbi arasındaki ilişki hemen her noktadan tahribata uğramıştır.

Modern Zamanlarda Caminin Rolü

Bugün dünya nüfusunun büyük bir kısmı şehirlerde yaşamakta, insanlar şehirlerin din dışı dizaynı içinde ibadetlerini yerine getirmeye çalışmaktadırlar. Kapitalizmin muhteris pençesi herkesi bitip tükenmek bilmeyen bir koşu bandına zincirlemiştir. Her geçen gün bir yenisi icat edilen ihtiyaçlar peşinde koşan birey, durup düşünmeye, yaşamın anlamı üzerinde tefekkür etmeye, gerçek ihtiyaçlarını tespit etmeye fırsat bulamamaktadır. Yabancı bir cereyan olarak ibadetlerin tahfif edilmesi ve onlara karşı inancın el üstünde tutulup öne çıkarılması, Batı serencamından anlaşıldığı üzere deizme giden yolun tuzaklarındandır.

Yaratıcı’sı ile ilişkisini koparan veya asgari düzeye indiren toplumların önünde gaddarlık ve seçkincilik, kaçınılmaz bir ihtimal olarak belirmektedir. Bugün Müslümanların huşu ve azimle muhafaza edecekleri ibadetleri aslında dünyanın vicdanını temsil eden İslam’ın son kalesini korumak anlamına gelmektedir. Bu kaleyi ayakta tutmak, onu Müslümanların medarıiftiharı olan aile kurumuyla özdeş hâle getirmekle mümkün olacaktır. Modern dünyaya Müslümanca verilecek en güzel cevap, çağın bitip tükenmek bilmeyen telaşına karşı namazla verilecek bir nefesle mümkün olacaktır. Büyük kazanımlar her zaman küçük bir adımla başlar. O hâlde bugünden tezi yok, ailece camilere koşmalı, yediden yetmişe kalplerimizi mamur etmeli, Müslüman toplum olmanın gereğini yetirmeliyiz.

Editör: Mehmet Çalışkan