Müberra Aktürk

“Kişi bilmediğinin düşmanıdır.” ya hani. Dost olmak için bilmek, bilmek için dinlemek gerek. İnsanı yaratan, şekil veren, kalp, göz ve kulak veren Rabb’imiz; “Birbirinizi tanıyasınız diye sizi farklı farklı yarattım” buyururken, farklılıklarımızın birbirimizi sevmeye engel olmadığını özellikle belirtmekte. Bu farklılık sadece fiziksel farklılıklar değil elbette. Yaşamlarımız farklı, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz... Hayallerimiz, ümitlerimiz başka başka. Senin başına gelen benim başıma gelmedi doğrudur ama seni anlamama engel değildir bilirim. Her insan bir âlemdir sonuçta. Yürekten çıkan söz yüreğe oturur, dilden çıkanın müşterisi kulaktır. Sen yüreğinle söyle, yüreğimde yerin hazırdır bilesin.

Uzun, zor ve meşakkatli yolculuklar muhabbet ede ede gidilince kısalır sanki. Mesafeleri yakınlaştıran, zorlukları kolaylaştıran muhabbet, sevgi ile söylemek, sevgi ile dinlemektir. İnsanın doğarken çıktığı hayat yolculuğu bazen zorlu ve dayanılmaz bir hâl alabilir. İşte o an insanın en fazla sevgiye ve muhabbete ihtiyacı olduğu andır. “Çocuklarınıza en çok kızdığınız, sinirlendiğiniz an, onların size en çok ihtiyacı olduğu andır.” demişti bir düşünür. Kızgınlıklar, kırgınlıklar, küskünlükler olduğunda hayatta, yapmamız gereken çok kolay aslında, daha fazla sevgi, daha fazla muhabbet.

Dinle diye inleyen bir nesil var yanı başımızda. Kendisini dinletmek için avuç avuç paralar harcayan, samimi bir dosta, su ve hava kadar muhtaç! İletişim çağında muhabbetsiz bir iletişim içindeyiz. Uzakları yakın eden pek çok araç, yakınımızdakileri ırak etmede.

Derdi veren dermanını da vermiş elbet, yeter ki iyileşmeye niyet et! İlk adımı atan ol, en yakınından başlayarak dinle, önce kendini dinle. Hoşça bak zatına, yüreğinde yer aç kendine.

Kim olursa olsun dinle, ne yapmış olursa olsun anlamaya çalış. Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek almış. Neden sonra, yaptıklarından pişman olmuş ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak istemiş. O zamanlar dergâhlar aynı zamanda aşeviymiş. Hâlini Hacı Bektaş Veli’ye anlatmış ve Hacı Bektaş Veli can kulağı ile dinlemiş ancak “Helal değildir.” diye bu kurbanını geri çevirmiş.

Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gitmiş ve aynı durumu Mevlana’ya anlatmış. Mevlana ise bu hediyeyi kabul etmiş. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli’ye de anlattığını ama onun bu kurbanı kabul etmediğini söylediğinde, Mevlana söyle demiş; “Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.”

Adam üşenmemiş kalkıp tekrar Hacı Bektaş dergâhına gitmiş ve Hacı Bektaş Veli’ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli’ye sormuş. Hacı Bektaş da şöyle demiş; “Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten o senin hediyeni kabul etmiştir”.

Öyle engin bir yüreğimiz olsun ki, derdi olan bize koşsun, pişman olan ilk bize versin müjdeyi. Gönül derdi olana gönül doktoru olabilelim. Bizi öldürmeye gelen bizde dirilsin. Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir. Eyvallah…

Editör: Mehmet Çalışkan