Kaan H. Süleyman

Evlilik, yeryüzündeki en gizemli ilişki biçimidir dersek abartmış olmayız. Onun kendine özgü bir hüviyeti, yolculuğu, her insanda, her çiftte farklılaşan seyir defteri vardır. İki insanın, yaşamını dinî ve toplumsal bağlarla parantez içine alıp kamuya ilan etme aşamasına kadar pek de farkında olmadıkları hazırbulunuşlukları onlara rehberlik eder. Seçim ve beğenilerinde, düşünceleri kadar buz dağının görünmeyen kısmını teşkil eden bilinçaltları da onlara refakat eder. Evliliğin toprağına adım attıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz. İki bilinç, varlıkta ve yoklukta birleşir. Belki bir çocuk sevinci ya da çocuksuzluk imtihanı yaşamın parçası olur. İmkânlar, zaaflar, keseler, ilgiler bir potada buluşur. Kısa zaman sonra taraflar, evliliğin sadece bunları paylaşmaktan ibaret olmadığını fark ederler. Ufukta güzel ve huzurlu günler kadar can sıkıcı imtihanlar bekler. Yaşam, imtihanlar geçididir. Evlilikte nasıl ki çocuksuzluk bir imtihansa anlaşamamak, uyum gösterememek de bir imtihana dönüşebilir ve sadece çiftleri değil, onların yakın ve uzak çevrelerini de olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca en uyumlu, ahenkli çiftlerin bile yaşamın badireleri karşısında kimi zaman sarsıntı yaşamaları, birbirlerine karşı hayal kırıklığı duygusuna kapılmaları muhtemeldir.

Yaygın kanaate göre evliliğin en doğaüstü aşaması, evin bir çocukla şenlenmesidir. Çocuk bir üçüncü kişi olarak yuvanın ortak değeridir. Ona dair heyecanlar, hayaller ve kaygılar, çiftin müştereklik katsayısını artırır. Yıllar geçer ve çift bambaşka bir mucizeye tanıklık eder: Baştaki uyumsuzlukların birbiriyle iç içe geçmiş dişliler misali karşılıklı kenetlenmesine. İki insan ne kadar birbirinden farklı karakterde de olsa, diğerine göre çıkıntılı, pürüzlü kişilik yapısına sahip de olsa, yıllar içinde yaşamı bütün detaylarıyla yan yana göğüslemenin, sorunlarla birlikte başa çıkmanın getirdiği sürtünme, onları birbirinin parçası kılacaktır. Pürüzlü iki kaya parçasının birbirine sürtünerek elde edeceği ahenkten, uyumdan söz ediyoruz. Karşılıklı ufalanma sonucu ortaya bir muvazene çıkmıştır. Artık yolun başında, sadece duygularına veya içgüdülerine bağlı baş döndürücü hayaller kuran gençlerden bahsetmiyoruz. Sonrasında bir insanla yaşamı paylaşmanın öyle pek de kolay bir tecrübe olmadığını fark eden yetişkinlerden de bahsetmiyoruz. Yol yürüdükçe, çiftlere kendi bireysel kaderlerinin haricinde üçüncü ve kolektif bir kader hediye eden evlilikten söz ediyoruz. İşte bu noktada, çiftler bir bilgiye sahip olurlar. Bu bilgi, dışarıdan telkinde bulunarak kimsenin onlara vereceği türden değildir. Bunu, uzun yıllar süren arkadaşlıklara benzetebiliriz. Böylesi arkadaşlıklarda davranışlardan kaynaklı gerilimler asgari düzeydedir. Çünkü birbirini iyiden iyiye tanımış olmanın getirdiği rahatlık ve güven, yaşanacak gerilimleri kolayca sindirecektir.

Uzun yıllar evliliğini sürdüren çiftlere herkesin gıptayla baktığını biliyoruz. Herhangi bir habere konu olan yaşlı çiftler için, söz gelimi, “bir yastıkta kırk yıl” veya “yarım asırlık yuva” benzeri tanımların yapılması bir yandan imrendirici bir yandan da merak uyandırıcıdır. Yıllar geçtikçe, hele hele on yıllar birbiri ardına yuvarlandıkça, nasıl oluyor da evlilikler gittikçe daha sağlam hâle geliyor? Resmî veriler, boşanma oranlarının evlilik yılı arttıkça azaldığını göstermektedir. Anlaşılan o ki birlikte yaşam sürmek, beklenti ve sorunlardan bağımsız biçimde evliliğin derinleşmesine olanak sağlıyor. İki insan, kesintisiz bir biçimde zamanı ve mekânı paylaştığında farkında olmadan aralarında onarıcı bir dostluk gelişiyor, bu dostluk kendine özgü bir dil ve üslup doğuruyor, bütün bunlar da karşılıklı uyumu derinleştiriyor.

Çifti çok üzecek bir ölüm haberini birlikte almanın, hastalıklara birlikte direnmenin, haberleri seyrederken insanların acılarına birlikte kederlenmenin, en basit gündelik meşguliyetleri birlikte göğüslemenin getirdiği bir paydaşlık duygusu vardır. Faturalar üzerinde konuşmanın, gelecek yıla dair planlar kurmanın, evle ilgili tasarılarda bulunmanın bile arkadaşlığı pekiştirdiğini söyleyebiliriz. Ayrıca insan, yaşamı boyunca hâlden hâle evrilir, inişler çıkışlar yaşar, tepkiler verir tepkiler alır, bazen istemediği şeylere maruz kalır, haksızlığa uğrar, bir başarı elde edip sevinir. Bütün bunlar yaşamın kaçınılmaz gerçekleridir. Çiftler bu süreçleri birbirinin gözü önünde yaşarlar. Doğrusu, iki insan karşılıklı evrim geçirir ve bir değişime, olgunlaşmaya şahit olur. Bu müşahede, aşinalığı geliştirir, başlangıçtaki kişiliklerin ötesinde bambaşka iki bireyi ortaya çıkarır. Evlilik sonrası inşa süreci, birlikte yürünen yolda gelişir. Bu yol arkadaşlığı, çiftler arasında doğal bir yarenlik hukuku ve yaşanmışlığı inşa eder.

Çocuklar ergenlik sonrası kendi özerk alanlarını inşa ettiklerinde, okumak üzere uzak şehirlere gittiklerinde ya da evlenip kendi yuvalarını kurduklarında, ebeveyn baş başa kalmanın biraz hüzünlü biçimini yaşar, iyiden iyiye birbirine yaslanır. Burada yaslandıkları kişi, yıllar önce evlendikleri kişiden ziyade, evlilik sürecinde birlikte yol yürüdükleri, değişip dönüştükleri, sabah ve akşam yemeklerini yıllarca birlikte yedikleri, acı tatlı günleri omuzladıkları bir dosttur. Artık karşılıklı sürtünmeyle uyum kazanan yüzeylerden fazlası söz konusudur. Muhteşem yolculuk, tam anlamıyla kendini gerçekleştirmiş, bir yastıkta kırk yıl geride kalmıştır.

Editör: Mehmet Çalışkan