Nimet Nilgün Yıldırım

Uzman Psikolojik Danışman

“Anne! Annee! Anneee! Anneeee! Anneeeee!” diye sizi çağıran bir ses ve “ Evet annecim.”, “Buradayım.” ya da “Efendim yavrum.” deyip onu gerçekten dinlemedikçe susmayacak bir çocuk düşünün. Hemen buldunuz değil mi? Sizin evinizde ve hatta yanı başınızda mı? Eğer 2-5 yaş aralığında bir çocuğunuz varsa muhtemelen bu ısrarlı seslenmeleri duydunuz, duyuyorsunuz ve duymaya da devam edeceksiniz.

Hani hep yalnızlıktan dem vuruyor, kimsenin bizi gerçekten anlamadığından yakınıyoruz. Bu yakınmalarımız içimizi gizlice acıtıyor ama “Beni dinleyiiinnn!” diye bağıramıyoruz kalabalıklara. İşte çocuklarımız bunu diyebiliyor: Anne! Annee! Anneee! Israrla sesleniyor bize. "Lütfen beni dinle? Ama ‘hı’ diyerek değil; bana odaklan; beni gerçekten dinle ve uygun şekilde cevap ver ama en önemlisi beni anladığını gösteren bir cevap ver!” Eğer onun anlattığı duruma uygun övücü, destekleyici ya da öğretici ifadeler kullanmıyorsak; ona kızıyor, onu susturuyor veya yaptığını önemsemeyip konuyu değiştiriyorsak bir süre sonra çocuğumuzun bize bir şey anlatmaktan vazgeçtiğini göreceğiz. Daha 2-5 yaşındayken hem de... Peki ya ileride nasıl bir ilişkimiz olacak?

Çocuklar, kendilerine kulak verildiğini anladığında daha sakin olurlar, kendilerini daha rahat ifade ederler ve en önemlisi de kendilerini değerli gören bir ruh haline bürünürler. Hayat boyu kendilerine güvenen, araştıran, öğrenen ve başaran birey olma yolunda ilerlerler. Çocukluk çağında “hırçın” diye tanımladığımız kendini yerlere atan, olur olmaz her şeye ağlayan, bağıran ve öfke krizlerine giren çocukların, anne babaları tarafından “gerçek anlamda” dinlenilmediğini, önemsenmediğini ve susturulduğunu fark edebiliriz.

Ebeveyn olarak çocuğumuzu, doğruları bilmeyen ve hep hata yapan bir fert olarak algıladığımızda; onu dinlemeyip ve en kötüsü ona korkutucu, ürkütücü cevaplar verip anlattıklarını önemsemediğimizde onun her an bizden biraz daha uzaklaşması kaçınılmazdır. Yıllardır yetişkinlere ve ergen/genç gruba danışmanlık yapan biri olarak söyleyebilirim ki her iki grubun da temel şikâyet noktası birbirlerine ne kadar uzak oldukları. Yetişkinler, genç çocuklarını anlamakta zorlanıyor; gençler ise kendileri ile ilgili özel/genel her türlü bilgiyi ailelerinden bilinçli veya bilinçsiz saklıyorlar. Özel bir durumunu ailesiyle paylaşıp paylaşmadığını sorduğum öğrencilerimin birçoğu, akşam evde yüzeysel konuşmaların geçtiğini ve hatta benzer cümlelerin kullanıldığını söylüyor. Oysa hepimiz gün içerisinde birçok duygusal ya da düşünsel durumla karşılaşırken bunları anlatacak ortam ya da zaman bulamıyor, ekranlara gömülüp kendimizi de çocuklarımızı de ihmal ediyoruz.

Yeterince kulak verilmemiş, değerli olduğu hissettirilmemiş, anlaşılmamış ve susturulmuş çocuklar, büyüdükçe ailesinden uzaklaşıyor ve bu mesafe zaman geçtikçe öylesine açılıyor, yol o kadar uzuyor ki bir süre sonra iki taraf yakınlaşmaya gayret etse de ara kapanmıyor.

Şimdi kendimize birkaç soru yöneltelim ve çocuğumuzla ilişkimize bir bakalım: 

Ebeveynler olarak hepimiz, her günün akşamında çocuklarımızın gün içerisinde yaşadığı olayları paylaşmasını istiyor ancak bunu bir türlü gerçekleştiremediğimizden, çocuklarımızın bizlere bir şey anlatmadıklarından yakınıyoruz. Acaba çocuklarımız; eleştirilmekten, korkutulmaktan, cezalandırılmaktan, engellenmekten, küçümsenmekten, alaya alınmaktan ya da kendisine akıl verilmesinden korktuğu için duygularını paylaşmıyor olabilir mi? Çocuğumuz, sadece ve sadece derdini anladığımızı ve “Ne kadar üzüldüğünü görebiliyorum.” gibi onunla aynı duyguyu paylaştığımızı gösteren bir geri dönüşe ihtiyaç duyuyor olabilir mi?  “Çocuğumu dinliyorum, onunla arkadaş gibiyim.” derken gerçekten samimi miyiz? Onu dinliyorken acaba onu anlamıyor, kaygısını küçümsüyor olabilir miyiz? Onun dertlerini “Amaan bu da dert mi? Bak yarın hiçbir şeyin kalmayacak.” diyerek önemsizleştiriyor ya da “Ben gidip onun annesiyle konuşurum.” gibi cevaplar vererek onu kendimizden uzaklaştırıyor olabilir miyiz?

Anne olmanın en önemli zorluklarından biri, gün içerisinde bir türlü bitmeyen işler listesini tamamlamaya çalışmaktır. Bu durum, fiziksel yorgunlukla birlikte zihinsel yük de getirir. Bu zihinsel yük anneyi daha fazla yorar, sıkıştırır, bunaltır. Anne de ne kadar yorgun ve hâlsiz olduğunu, bunca yükün altında nasıl bunaldığını anlatmaya başlar. Eğer karşısında onu anlayan, dinleyen ve hak veren bir eş, anne ya da arkadaş varsa sadece anlaşılmanın verdiği o hafifliği tadar ve öyle mutlu olur ki hem yorgunluğu geçiverir hem de yeni işler yapacak güç bulur kendinde. Yorgunluğunu ya da yaptığı işi küçümseyen, görmezden gelen ya da onun bu durumu abarttığını düşünüp bilgece yeni öneriler sunan biriyle konuşmak anneyi daha fazla yorar; o insandan zamanla uzaklaşır ve kendisiyle ilgili duygularını daha az açmaya başlar.

Eğer bizler, yetişkin olarak böyle bir davranış örüntüsü kullanıyor ve bizi anlamayan, çabamızı görmeyen insanlardan uzaklaşıyorsak bütün dünyası bizlerden ibaret olan çocuklar, biz annelerden ne kadar uzaklaşır bir hayal edelim. Tablo üzücü değil mi?

İlk çocukluk dönemlerinde çevresi tarafından dinlenmediği için yalnızlaşmış ve kendini anlatmaktan uzaklaşmış çocuklarda duygusal yoksunluk oluşur. Bu çocuklar, kendisini önemsiz, değersiz hisseder. Değersizlik öyle bir histir ki kişinin yakasını uzun süre bırakmayacak kadar inatçıdır. Bu yüzden özellikle iki yaşından itibaren çocuk yavaş yavaş annesinden fiziksel olarak uzaklaşıp bağımsızlaşırken duygusal olarak anneye bağlanması ve insanlara güvenmesi için anlaşılması, söylediklerinin önemsenmesi çok ama çok önemlidir.

Ebeveynlere Tavsiyeler

Çocuğunuz size seslendiğinde ona yönelin, onu dinleyin ve önemsediğinizi belli edin.

Suçlayıcı, korkutucu ve susturucu ifadelerden kaçının.

Cesaretini kırmadan onu olumsuz davranışlardan uzaklaştırmaya gayret edin.

Özellikle çocuğum çok hırçınlaştı diye düşünüyorsanız yaş grubunun getirdiği özellikleri de dikkate alarak onunla olabildiğince yalnız zaman geçirin. Yalnız ve sadece onunla ilgilenerek geçirdiğiniz bir saat, ev işi yaparken ya da çalışırken onunla geçirdiğiniz üç saatten daha etkilidir.

En önemlisi; çocuğunuz büyüdüğünde sizin rehberliğinize ihtiyaç duyacak, hayat görüşünüzü örnek alacak. Girişken, mutlu, kendini seven ve değerli bulan bir evlat istiyorsanız çocuğunuzu ötelemeyin, önemseyin.

Editör: Mehmet Çalışkan