Dr. Sema Çelem
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İnsanoğlu, var olduğu andan itibaren ihtiyaçlar dünyasında yaşar. Yaşamını sürdürebilmesi için gıdaya, soğuk ve sıcaktan korunması için giysiye, soluk alıp verebilmesi için havaya, güvenliği için bir yuvaya muhtaçtır. Onun ihtiyaçları ancak kendisini var eden Rabbi tarafından karşılanabilir: “Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla layık olandır.”  (Fâtır, 35/15)

Bizi yoktan var eden ve sayısız nimetlerle donatan Rabbimiz cömerttir, ikram sahibidir. Karşılıksız verir, vereni de sever. Hz. Peygamber (s.a.s.) Allah’ın rızasına layık olacağımız davranışları sıralarken “Allah temizdir, temizliği sever. Kerem sahibidir, keremi sever. Cömerttir, cömertliği sever.” (Tirmizî, Edep, 41) buyurmuştur.

Allah, kuluna rızık olarak verdiklerinden başkaları için harcamasını emreder (Bakara, 2/254). Ancak bu, karşılığı yalnızca Allah’tan beklenecek bir davranıştır ve hemen şimdi yani alım satım, dostluk ve aracılığın olmadığı kıyamet günü gelip çatmadan yerine getirilmelidir. Çünkü gerçek iyiliğe ulaşmanın sırrı, vermektir. Üstelik neyi en çok seviyorsa ondan veren iyilik yapmış sayılacaktır: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.” (Âl-i İmrân, 3/ 92)

Müfessirler, ayette geçen birr kavramı hakkında farklı yorumlarda bulunmuşlardır. Mukâtil’e göre birr, takvadır ve gerçek anlamda takvaya ulaşmak ancak sadaka vermek ile mümkündür (Tefsîru’l-kebîr, c.1, s. 290). Birr, Allah’a itaat karşılığında kulun umduğu cennettir. Cennet ise kişinin sevdiği şeylerden Allah yolunda harcaması sonucu elde edebileceği bir nimettir (Taberî, Câmiu’l-beyân, c.5, s. 573). Bu ayet nazil olduğunda ensardan Ebu Talha (r.a.) Hz. Peygamber’e (s.a.s.) gelerek “Ya Resulallah, Allah sevdiğimiz mallardan vermemizi istiyor, benim de malımdan en sevdiğim Beyruhâ adındaki bahçem. Onu Allah yolunda veriyorum!” deyince Efendimiz (s.a.s.), iki defa “Bu ne hayırlı bir maldır!” ifadesiyle onu övmüş ve malını fakir olan akrabaları arasında paylaştırmasını istemiştir (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm,c. 3, s. 108).

Asr-ı saadet, sahabenin cömertlik yarışının örnekleriyle doludur. Kardeşlerini kendilerine tercih eden, kendi ihtiyacı olanı verecek kadar cömert (îsâr) (Haşr, 59/9) bu insanlardan Kur’an övgüyle söz eder. “Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Yedirdikleri kimselere şöyle derler:) Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.” (İnsân, 76/8-9)

Aslında infakın ölçüsü “ihtiyaç fazlası” olarak ifade edilse de (Bakara, 2/219) Hz. Ebubekir malının tümünü ihtiyaç sahiplerine dağıtmış, Hz. Peygamber’in “Ailene ne bıraktın?” sorusuna “Allah ve Resulünü” cevabını vermiştir (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, c.13, s. 490).

Kur’an, Allah yolunda harcamaktan imtina etmeyi cimrilik/eli sıkılık olarak ifade eder. Mekke’de Kur’an vahyine ilk muhatap olanlardan bir kısmı iman etmemek için âdeta işi yokuşa sürercesine taleplerde bulunmuşlar mesela Hz. Peygamber’in elçiliğine ancak “altından bir evi olursa” iman edeceklerini söylemişlerdir. Allah, onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “De ki: Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.” (İsrâ, 17/100) Ayette insanın olumsuz yönlerinden cimrilik “katûr” kelimesi ile tanımlanmaktadır. “Katûr” çivi ile perçinlemektir ve elini çok sıkı tutanın, harcamaktan çekindiği zamanki cimriliğini ifade etmektedir. “Rabbin rahmet hazineleri”nden maksat ise Allah’ın sahibi olduğu mal/mülktür. Allah, bu mülk üzerinde tasarruf hakkını insana verse fakirlik korkusuyla (haşyete’l-infâk) kendi ihtiyaçları dışında harcama yapmaktan çekinir, başkasına verme konusunda cimrilik ederdi (Taberî, Câmiu’l-beyân, c.15, s.98).

İnsan psikolojisi ve davranışları arasında bağ kuran ayetten, zenginlikle cömertliğin doğru orantılı olmadığı anlaşılmaktadır.  “Elindekiler çoğalınca vermeye başlar.” tezi insan için kabul edilemez. Çünkü insanın ihtiyaçları esastır, ölünceye kadar devam eder. Muhtaç olduğu şeyi esirgeme ve verdiği şeyde karşılık bekleme üzerine kuruludur insan. Verince malının tükeneceği korkusu, cimriliğini tetikler. Bu durumun temel nedeni, Rabbine olan tevekkülünün azlığıdır. Oysa rızkın sahibi Allah’tır. Dilediğine dilediği kadar verir, dilediğinden çekip alır. Allah kullarına ikram olarak harcadıklarımızın yerine yenisini vereceğini vaat eder ve kendisinin hayru’r-razikîn/rızık verenlerin en hayırlısı olduğunu hatırlatır (Sebe', 34/ 39).

İnsan için yokluk da varlık da bir imtihandır. Yoklukta sabrı, varlıkta ihtiyaç sahiplerini görüp gözetmesi beklenen insan, kendisine verilenlerin gerçek sahibini unutup varlığın sebebi ve sahibi olarak kendisini görmeye başlar. Hatta kendilerine “Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın.”  denildiğinde “Allah'ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz.” (Yâsîn, 36/47) cevabını verip yanlış mantık yürüten inkârcılar gibi “Ben çalışıp kazanıyorum, o da çalışsın!” diyerek infak etmeyişlerine haklı nedenler bulmaya çalışırlar. Oysa toplumda hasta, yaşlı ve bakıma muhtaç, dul, yetim, akli melekeleri yerinde olmayan vb. pek çok insan yardım beklemektedir.

Her türlü esirgeyiş cimriliğin bir çeşididir aslında. Yardımı, sohbeti, sevgiyi, tebessümü, merhameti esirgemek de bir tür cimriliktir. İnsan bazen dostluğunu bile esirger. Diğer kötü huylar gibi cimrilik de insanı yalnızlaştırır. Mutsuzluğa sebep olur.

İslam, insana istikameti/işlerinde doğruluğu tavsiye eder. Her davranışın orta yolunu tutmak, dengeyi sağlamak zor ama gereklidir. Ayetler, cimrilik ve israf arası harcamanın yolunu işaret eder: “Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” (Furkân, 25/67) Allah, “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” (İsrâ, 17/29) demek suretiyle insanın cimriliğini, malını kendini zora sokacak şekilde dağıtması ile aynı düzlemde değerlendirmektedir. Bu durumda insana düşen, Rabbinin emrine tabi olup kendisinde var olan zaafların imtihan olduğu bilinciyle ve usulüne uygun hareket etmektir.

Editör: Mehmet Çalışkan