İnsan zaman ve mekanla kayıtlı bir varlık. Yok iken var oldu. Sonra dünya denilen bu gezegenle tanıştı. İnsanın yeryüzü macerasının başlangıcına dair her inancın ya da düşüncenin bir hikayesi var.

Dinlerin ya da ideolojilerin, hakikat ve evrensellik ekseninde en temel sınavı, varoluşa yüklediği anlam ve savunduğu insan tasavvurudur. Bu aynı zamanda düşünce tarihinin en zor konusudur.

Elbette kâinatın öznesi bir varlık olarak insanın yeryüzü macerası gelişigüzel bir hikâyeye mahkûm edilemez. Yüce bir yaratıcı, büyük bir mana ve derin bir hikmetten bağımsız bir hikâye, gerçeklikten uzak oluşu önceden tescillenmiş bir masal anlatısının ötesine geçemez. Ancak konumuz bu değil. Lakin insan için inkârı mümkün olmayan evrensel gerçeklik, insanın yeryüzünde geçici olduğudur. İnsanlığın en kadim ve temel yasası, doğumla gözlerini dünyaya açan insanın ölümle yeryüzünden ayrılışıdır. Dünya hayatına dair benzetmeler en açık mesaj olarak “geçici” oluşun altını çizer. Mesela dünya bir hana benzetilir. Han, eski zamanlarda uzak yolculukların mola yerleridir. Bir nevi şimdiki dinlenme tesisleri ve otel uygulamasının insafı kaybetmemiş hali. Hayat üç kelimeyle özetlenir, yolcu, han ve hancı. Yolcu hana gelir hikâye başlar, yolcu handa kalır hikâye yaşanır, yolcu handan çıkar hikâye biter. Bütün yaşananlar, acılar, sevinçler, kavgalar vs handa geçen süreyle sınırlıdır.

Halk ozanı Âşık Veysel çok yalın ve çarpıcı şekilde bunu ifade eder;

Dünyaya geldiğim anda,

Yürüdüm aynı zamanda.

İki kapılı bir handa,

Gidiyorum gündüz gece.

Aheste bir yolculuğun dikkat çektiği şiirde geçen iki kapıdan biri doğum diğeri ölümdür.

Ana rahminden geldik pazara/ Bir top kefen aldık döndük mezara. diyen Yunus Emre’nin dizelerinde yolculuk daha kısadır ve adeta işlerini yetiştirme ve alışverişini tamamlamada zamana karşı yarışan bir insanın telaşı vardır.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye tarih boyunca ortaya çıkan kültür ve medeniyetlerde insanın yeryüzü hikayesini yol, yolcu ve durak gibi benzetmelerle ifade eden yaklaşımlar bulunabilir. Çünkü insana dair dış gözlemin en açık yönü söz konusu gerçekliktir. Ama bunlara yüklenen anlam söz konusu olunca yine pek çok farklı haritalar ve pusulalar ortaya çıkar.

Öncelikle kadim bir mesele olarak yol nereden başlar ve nerede biter sorusu gündeme gelir. Dünyaya gelişi başlangıç çizgisi, son nefesi de bitiş noktası olarak ele alan bir yaklaşım “niçin” sorusu karşısında çaresi kalmaya ve anlam krizleri yaşamaya mahkûm olacaktır. Bu durum binlerce kilometrelik yolu 2 metrelik geçitten ibaret sanmak gibidir. İslam düşüncesinde yol dünyaya gelişten çok önce başlamıştır. Her şeyi yaratan Allah, geçmişten geleceğe tüm varlıkların her türlü bilgisine şüphesiz sahiptir. İnsan bilinmezlikler girdabından tesadüflerle hayata başlamaz. Hayatın akışı, üstün bir kudretin iradesiyle ve ilahi bir plana göre işler.  Ölüm de yolun sonu değildir. Ölüm hayatın değil doğumun zıddıdır. Dünyanın ardından yol başka alemlere doğru devam eder. Berzahtan hesap gününe uzanır gider.

Yolun dünyaya gelişten öncesi mutlak kader, dünya serüveni tercih, dünyadan sonrası ise iradeye bağlı tercihlerin sonucudur. Dolayısıyla dünyada insanın önünde yollar vardır. Ve insan iradesiyle tercihler yapar. Akıl insanın tercihlerini belirlemede en büyük nimet, vahiy en doğru kılavuzudur. Bu iki imkânı beraber kullananlar doğru yolu bulacaktır. Nitekim insanın varoluş serüvenine atıflar yapan İnsan Suresi’nin ilk ayetleri, insana doğru yolun gösterildiği, şükür ya da nankörlük yolunu tercih iradesinin ise insana bırakıldığını açıkça beyan eder.   Müminlerin gayesi, dosdoğru yoldan asaletle geçmektir. Bunun için Kur’an’ın serlevha suresi Fatiha’da “Bizi dosdoğru yola ilet” duasıyla bu gaye her daim ikrar edilir.

İnsanın yol tercihi önce kalbinin derinliklerinde gerçekleşir. En gerçekçi yolculuk insanın kendine, kalbine doğru yolculuktur. Davranışlar gönül dünyasında gidilen yoldan işaretler taşır. Kalbinde sevgiye, merhamete, sorumluluğa dair yol açanlar, hayatın içinde aynı yolun takipçisi olacaklardır.

Yolcu için en büyük nimet güzel yol arkadaşlarına sahip olmaktır. Yalnız kalmak yolcunun en büyük ızdırabıdır. Kalbinin menzilini belirleyen kişinin yolu, aynı hedefe gidenlerle kesişecektir. Aynı yolda olanların birbirini etkilemeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla kişi arkadaşının dünyasından izler taşır.  Bir dosta sahip olmak dünyanın en büyük güzelliklerindedir, zira iyi arkadaş yolculuğa güzellik katar. İnsan için en zor duygu yol arkadaşından vefasızlık görmektir. Fatiha Suresi’nin beyanında, “dosdoğru yolda olanlar” aynı zamanda “kendilerine nimet verilen” kimselerdir. Yani doğru yolu tercih etmek nimetlere mazhar olmaktır. Yolun doğrulukla ölçüsü nimet verilenlerin geçtiği yol olmasıdır. Her yolun önden giden yolcuları vardır. Öyleyse insan gittiği yoldan daha önce kimlerin geçtiğine de bakmalıdır.

Fatiha’nın kutlu yolcuları Nisa Suresi’nin 69. ayetinde somutlaşır ve apaçık örnekler olarak insanlığa ilan edilir. “Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimseler, peygamberler, şehitler, dosdoğru yaşayanlar ve salihlerdir. Ve Allah’a ve resulüne itaat edenlerin dostları bu kimselerdir. Onlar ne güzel arkadaşlardır”.

Peygamber efendimiz bir hadisinde dünya hayatını bir yolcunun dinlenmek için bir ağacın gölgesinde geçirdiği zamana benzetir. Dünyada geçen zamanı bir yolcunun geceyi geçirdiği bir hana benzeten yaklaşım da aynı gerçeği başka bir örnekle anlatır. Ancak bu bekleyişler ciddi bir sınanma sürecidir. Yani dünya her insan için bir sınanmadır. Herkes tercihleriyle, tavır ve davranışlarıyla sınanır. Hakk ve batıl, iyilik ve kötülük, adalet ve zulüm, yardımlaşma ve duyarsızlık, paylaşma ve bencillik, iyi niyet ve suizan gibi yaklaşımlar insanın; insanlık, vicdan, ahlak ölçüleri ve sınavlardır. İnsan, dünyadan onur ve asaletle geçmenin peşinde olmalıdır. 

Dünya elbette son durak değildir ama zorunlu bir duraktır. Tüm yollar dünyada kesişecek, dünyadaki tercihler yolun devamında belirleyici olacaktır.

Hakikat şu ki; insan yeryüzüne Alemlerin rabbi olan Allah’a samimiyetle bağlanmak ve salihlerle  dost olup güzel işler yapmak için gelen bir yolcudur.