Ümeyye b. Safvân b. Ümeyye'nin (ra), babasından naklettiğine göre, Resûlullah (sas) Huneyn günü (henüz Müslüman olmayan Safvân'dan savaş hazırlıkları için) birçok zırh ödünç aldı. Safvân, “Bu bir gasp mı yâ Muhammed!” diye sordu. Resûlullah (sas) de, “Hayır, (zayi olduğu takdirde) bedeli ödenmek üzere alınan bir emanet.” şeklinde cevap verdi.

عن أُمَيَّةَ بْنِ صَفْوَانَ بْنِ أُمَيَّةَ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) اسْتَعَارَ مِنْهُ أَدْرُعًا يَوْمَ حُنَيْنٍ فَقَالَ: أَغَصْبٌ يَا مُحَمَّدُ فَقَالَ: “لاَ بَلْ عَارِيَةٌ مَضْمُونَةٌ.”

(D3562 Ebû Dâvûd, Büyû' (İcâre), 88)

***

أَخْبَرَنِى أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ...فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “فَإِنِّى أُعْطِى رِجَالاً حَدِيثِى عَهْدٍ بِكُفْرٍ أَتَأَلَّفُهُمْ أَفَلاَ تَرْضَوْنَ أَنْ يَذْهَبَ النَّاسُ بِالأَمْوَالِ وَتَرْجِعُونَ إِلَى رِحَالِكُمْ بِرَسُولِ اللَّهِ؟ فَوَاللَّهِ لَمَا تَنْقَلِبُونَ بِهِ خَيْرٌ مِمَّا يَنْقَلِبُونَ بِهِ.”

Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor: ...(Huneyn Savaşı sonrası Hevâzin ganimetleri paylaştırılırken oluşan huzursuzluk üzerine) Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Ben küfürden yeni kurtulmuş bazı kimselere onların kalplerini (İslâm'a) ısındırmak için (ganimet mallarından) veriyorum. İnsanlar aldıkları mallarla evlerine dönerken siz Allah'ın Resûlü (sas) ile evlerinize dönmekten razı değil misiniz? Allah'a (cc) yemin ederim ki sizin birlikte dönüp gittiğiniz (Peygamber), onların yanlarında götürdüklerinden daha hayırlıdır.”

(M2436 Müslim, Zekât, 132)

***

عَنْ صُهَيْبٍ:أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) كَانَ يَدْعُو أَيَّامَ حُنَيْنٍ: “اللَّهُمَّ بِكَ أُحَاوِلُ وَبِكَ أُصَاوِلُ وَبِكَ أُقَاتِلُ.”

Süheyb (b. Sinân) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) Huneyn Savaşı günlerinde şöyle dua ediyordu:

“Allah'ım! Senin yardımın ile (düşmana) karşı durmaya çalışıyorum, senin yardımın ile hamle yapıyorum, senin yardımın ile savaşıyorum.”

(DM2471 Dârimî, Siyer, 7)

***

عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ قَالَ:جَاءَ رَجُلٌ إِلَى الْبَرَاءِ فَقَالَ: أَكُنْتُمْ وَلَّيْتُمْ يَوْمَ حُنَيْنٍ يَا أَبَا عُمَارَةَ؟ فَقَالَ: أَشْهَدُ عَلَى نَبِىِّ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) مَا وَلَّى وَلَكِنَّهُ انْطَلَقَ أَخِفَّاءُ مِنَ النَّاسِ وَحُسَّرٌ إِلَى هَذَا الْحَيِّ مِنْ هَوَازِنَ وَهُمْ قَوْمٌ رُمَاةٌ فَرَمَوْهُمْ بِرِشْقٍ مِنْ نَبْلٍ كَأَنَّهَا رِجْلٌ مِنْ جَرَادٍ فَانْكَشَفُوا فَأَقْبَلَ الْقَوْمُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) وَأَبُو سُفْيَانَ بْنُ الْحَارِثِ يَقُودُ بِهِ بَغْلَتَهُ فَنَزَلَ وَدَعَا وَاسْتَنْصَرَ وَهُوَ يَقُولُ: “أَنَا النَّبِيُّ لاَ كَذِبْ أَنَا ابْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبْ اللَّهُمَّ نَزِّلْ نَصْرَكَ.” قَالَ الْبَرَاءُ: كُنَّا وَاللَّهِ إِذَا احْمَرَّ الْبَأْسُ نَتَّقِى بِهِ وَإِنَّ الشُّجَاعَ مِنَّا لَلَّذِى يُحَاذِى بِهِ.

Ebû İshâk'ın (ra) naklettiğine göre, bir kişi Berâ'a gelerek, “Ey Ebû Umâre! Huneyn günü savaş alanından kaçtınız mı?” diye sordu. Bunun üzerine Berâ' şunları anlattı: “Ben Allah'ın Peygamberi'nin (sas) kaçmadığına şahitlik ederim. Lâkin silahsız, zırhsız bir grup (Müslüman askeri) Hevâzinlilerin mevkilerine yöneldi. İyi ok atan bir kavim olan Hevâzinliler, öncü Müslüman askerlerini yoğun bir ok atışına tuttu. Bunun neticesi bu kuvvetler bozguna uğradı ve düşman askerleri Resûlullah'a (sas) yöneldi. O sırada Ebû Süfyân b. Hâris, Resûlullah'ın (sas) katırının yularından tutuyordu. Resûlullah (sas), katırından indi. "Ben peygamberim, bunda yalan yok! Ben Abdülmuttalib'in evlâdıyım. Allah'ım! Bana yardımını lütfet." diyerek dua etti ve zafer diledi.” Berâ' anlatmaya şöyle devam etti: “Vallahi, savaş kızıştığında biz düşmandan Resûlullah (sas) ile korunuyorduk! Bizim en cesurumuz onunla yan yana durabilendi.”

(M4616 Müslim, Cihâd ve siyer, 79)

***

عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ: وَزَعَمَ عُرْوَةُ أَنَّ مَرْوَانَ بْنَ الْحَكَمِ وَالْمِسْوَرَ بْنَ مَخْرَمَةَ أَخْبَرَاهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَامَ حِينَ جَاءَهُ وَفْدُ هَوَازِنَ مُسْلِمِينَ، فَسَأَلُوهُ أَنْ يَرُدَّ إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ وَسَبْيَهُمْ…فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فِى الْمُسْلِمِينَ، فَأَثْنَى عَلَى اللَّهِ بِمَا هُوَ أَهْلُهُ

ثُمَّ قَالَ: “أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّ إِخْوَانَكُمْ هَؤُلاَءِ قَدْ جَاءُونَا تَائِبِينَ، وَإِنِّى قَدْ رَأَيْتُ أَنْ أَرُدَّ إِلَيْهِمْ سَبْيَهُمْ، فَمَنْ أَحَبَّ مِنْكُمْ أَنْ يُطَيِّبَ بِذَلِكَ فَلْيَفْعَلْ، وَمَنْ أَحَبَّ مِنْكُمْ أَنْ يَكُونَ عَلَى حَظِّهِ حَتَّى نُعْطِيَهُ إِيَّاهُ مِنْ أَوَّلِ مَا يُفِىءُ اللَّهُ عَلَيْنَا فَلْيَفْعَلْ.”

İbn Şihâb anlatıyor: “Urve, Mervân b. Hakem ve Misver b. Mahreme"nin kendisine şunları anlattığını nakletti: Hevâzin heyeti Müslüman olarak gelip Resûlullah'tan (sas) mallarını ve esirlerini kendilerine iade etmesini istediler… Resûlullah (sas) Müslümanların arasında ayağa kalkarak Allah'ı (cc) lâyık olduğu şekilde övdükten sonra şöyle buyurdu: "Şimdi bu kardeşleriniz, tevbe ederek bize geldiler. Ben de esirlerini kendilerine geri vermeyi düşündüm. Sizden her kim (bu şekilde kardeşinin gönlünü) hoş etmeye razı olursa bunu yapsın. Sizden her kim kendi hissesini talep ederse —ki bu hisseyi ona biz, Allah'ın (cc) bize ihsan edeceği ilk ganimet malından vereceğiz— o da böyle yapsın (esirleri geri versin)." ”

(B2307 Buhârî, Vekâlet, 7)

***

عَنْ صَفْوَانَ بْنِ أُمَيَّةَ قَالَ: أَعْطَانِى رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَوْمَ حُنَيْنٍ وَإِنَّهُ لأَبْغَضُ الْخَلْقِ إِلَيَّ فَمَا زَالَ يُعْطِينِى حَتَّى إِنَّهُ لأَحَبُّ الْخَلْقِ إِلَيَّ.

Safvân b. Ümeyye (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sas) Huneyn günü (ganimet mallarından) bana da verdi. O, insanlar arasında en sevmediğim kimse idi. Fakat bana mal vermeye devam ettikçe sonunda insanlar arasında en sevdiğim kişi hâline geldi.”

(T666 Tirmizî, Zekât, 30)

***

Hicretin sekizinci yılı Şevval ayıydı. Mekke fethedilmiş, halkı da Hz. Peygamber’e (sas) bağlılıklarını dile getirmişti. Arapların önde gelen kabilelerinden Kureyş’in yenilgiyi kabul etmesi, Mekke ve civarında bulunan putların ortadan kaldırılması, birilerini rahatsız etmişti. Bunlardan Tâif çevresinde bulunan Hevâzin kabilesi, Sakîf kabilesiyle de anlaşarak Mâlik b. Avf’ın etrafında bir araya gelmişler ve Evtâs mevkiinde karargâhlarını kurmuşlardı. Arabistan’ın en büyük iki kabilesi olan Hevâzin ve Sakîf yaklaşık yirmi bin kişilik bir ordu oluşturmuşlardı. Mekke’yi ele geçirip Kâbe’ye tekrar sahip olmak istiyorlardı. Mâlik b. Avf, askerlerinin savaştan kaçmalarını engellemek ve her durumda savaşmalarını temin etmek için kadın ve çocuklarını hatta bütün koyun ve develerini savaş alanına getirmelerini emretmişti.

Bu durumu fark eden Hz. Peygamber (sas), karşı hamle yaparak  iki bini Mekkelilerden olmak üzere on iki bin kişilik bir ordu oluşturdu. Adımlar sağlam atılmalıydı. Çünkü karşı cephede İslâm ordusuna karşı iyi organize olmuş ve Müslümanları yok etmek isteyen güçlü bir ordu vardı. Bu bağlamda Allah Resûlü (sas), Medineli bir sahâbî olan Abdullah b. Ebû Hadred el-Eslemî’yi, düşmanın sayısı, hazırlıkları ve taktikleriyle ilgili haber getirmek üzere, düşman tarafına gönderdi. Bu kişi, Hevâzinlilerin içine karışarak elde ettiği bilgileri Allah Resûlü’ne (sas) aktardı.

Bu arada Hz. Peygamber (sas), o sıralarda müşrik olan Safvân b. Ümeyye’den çok miktarda zırh ve silahın, emaneten alınmasını istemiş, bu talep karşısında endişeye kapılan Safvân, "Bu bir gasp mı yâ Muhammed!" diye sormuş, Resûlullah (sas) de, "Hayır, (zayi olduğu takdirde) bedeli ödenmek üzere alınan emanettir." şeklinde cevap vermişti. Böylece Safvân’dan yüz zırh alınmış ve hazırlıklar başlamıştı. Ashâbdan kimi zırhını giyiyor, kimi silahını kuşanıyor, kimi de atını hazırlıyordu. Hava çok sıcaktı. Öğleden sonra Kureyşli sahâbî Ebû Abdurrahman el-Fihrî doğruca Efendimizin (sas) çadırına giderek savaş için bütün hazırlıkların tamamlandığını ve yola çıkma vaktinin geldiğini haber verdi. Bunun üzerine Efendimiz (sas), Hz. Bilâl’e (ra), "Haydi kalk!" dedi. Bilâl (ra) da, "Emrin başım üstüne, canım sana fedadır." diyerek oturduğu ağacın altından fırlayıp Efendimizin (sas) huzuruna geldi. Peygamberimiz (sas), Bilâl’den (ra) bineğinin eyerlenmesini istedi. Bilâl iki tarafı liften olan, gösterişten uzak bir eyer ile Allah Resûlü’nün (sas) bineğini eyerledi. Efendimiz kendisi için hazırlanan bineğine bindi. Arkasından İslâm ordusu da binitlerine binerek yola çıktı.

İslâm ordusu belki şimdiye dek görülmemiş bir ihtişamla emin adımlarla yoluna devam ediyordu. Hatta kalabalık ordunun ihtişamı ashâbdan bazılarını gururlandırmıştı. Allah Resûlü (sas) ise şöyle dua ediyordu: "Allah’ım! Senin yardımın ile (düşmana) karşı durmaya çalışıyorum, senin yardımın ile hamle yapıyorum, senin yardımın ile savaşıyorum."

Bu esnada düşman ordusunun lideri Mâlik b. Avf, Hz. Peygamber’in (sas) ordusuyla hareket ettiğini haber alınca, etrafındaki kalabalığa Huneyn vadisine yayılıp pusu kurmalarını emretti. Sabahın alaca karanlığında Müslümanlar, Mekke ile Tâif arasında yer alan ve Mekke’ye on kilometre mesafede bulunan Huneyn vadisine geldiler. Burası Evtâs dağının eteklerinde yer alan dar bir vadi idi. İslâm ordusu yolun müsait olmayışı sebebiyle birkaç kola ayrılarak vadiye girdi. Tam vadi ortasına geldiklerinde Hâlid b. Velîd (ra) komutasındaki öncü kuvvet ani bir baskına uğradı. Müslümanlar neye uğradıklarını fark edemediler. Hevâzin tarafından yağmur gibi ok yağıyordu. Panikten göz gözü görmüyordu. İslâm ordusunun öncü birliği kaçmaya başladı.

Şüphesiz ortada zorlu bir sınav vardı. Zira Müslümanların sayısı yeterli, askerî donanımları mükemmeldi. Ne olmuştu da İslâm ordusu dağılmıştı. Öyleyse bu olanların askeri güç ile alâkası yoktu. Bu bozgunun başka bir izahı olmalıydı. Nitekim Ebû Katâde (ra), Müslümanların o andaki hâline işaretle, "Bu insanlara ne oluyor?" diye sorduğunda, Hz. Ömer (ra), "Bu Allah’ın işidir." diyerek cevap vermişti. Bu cevabıyla belki o, bazılarının gururlanmasının ne tür sonuçlar doğurduğuna işaret etmiş oluyordu.

Hz. Ebû Bekir (ra) da, "Bugün biz, sayımızın azlığı sebebiyle yenik düşmeyeceğiz." diyerek düşüncesini açıkça ifade etmişti. Ama bu çokluğun, ihlâs, sabır ve sebat olmadıktan sonra esasta fazla bir şey ifade etmediği anlaşılacaktı. Önemli olan, kişinin Rabbine ihlâs ve samimiyetle tevekkül etmesiydi. Şu âyet-i kerimede bu durum hem de Huneyn ismi anılarak açık bir şekilde ifade edilmekteydi: "Andolsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn gününde size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz."

Muhtemeldir ki bu gurur sebebiyle bazı genç sahâbîler, miğfersiz, zırhsız ve silahsız olarak sefere çıkmışlardı. Hevâzin kabilesi ise iyi ok kullanan bir kabile idi. Bu ok yağmuru karşısında özellikle genç sahâbîler kaçmaya başladı. O kadar ki Allah Resûlü’nün (sas) etrafında yüz kişi bile kalmamıştı. Ancak bu hengâmede bindiği hayvanı daima ileri sürerek kendisini düşmanın ortasına atan tek kişi Allah Resûlü (sas) idi. O, beyaz katırını düşmanın üzerine doğru sürdüğünde, amcası Abbâs katırın geminden, Ebû Süfyân da üzengisinden tutarak Allah Resûlü’nün (sas) daha fazla ilerlemesine mani olmaya çalışıyorlardı. Amcası Abbâs (ra) ve Ebû Süfyân b. Hâris (ra), Allah Resûlü’nün (sas) yanından hiç ayrılmıyorlardı. O an Resûlullah (sas), Abbâs’tan (ra), "Ashâb-ı Semüre!" diye nida etmesini istedi. Semüre, Hudeybiye’de Hz. Peygamber’in (sas) altında canları pahasına kendisini koruyacaklarına dair Müslümanlardan söz aldığı ağacın adıydı. Hz. Abbâs’ın (ra) sesi gürdü. Avazı çıktığı kadar, "Ashâb-ı Semüre nerede!" diye bağırdı. Bu çağrı, Hz. Abbâs’ın (ra) kendi ifadesiyle, "ineğin yavrularına melemesi gibi" karşılık gördü. İnsanlar hep bir ağızdan, "Yâ lebbeyk, yâ lebbeyk!" yani "Buyur yâ Resûlallah!" diyerek Allah Resûlü’nün (sas) yanına koştular. Allah Resûlü (sas), yanında toplanan ashâbına, "Ey Allah’ın kulları! Şüphesiz ben Allah’ın (cc) kulu ve Resûlü'yüm! Ey ensar topluluğu! Şüphesiz ben Allah’ın kulu ve Resûlü'yüm!’ diye seslendi. Ensar da hep bir ağızdan, "Lebbeyk, lebbeyk!" "(Buyur yâ Resûlallah! Emrine âmâdeyiz!)" diye karşılık verdiler. Artık İslâm ordusu büyük bir moral bularak toparlanmış ve ölümü pahasına düşmanla çarpışmaya başlamıştı.

Bu arada müşrikler Allah Resûlü’nün (sas) etrafını sarmıştı. O ise hemen beyaz katırından indi ve "Şüphesiz ben peygamberim. Bunda yalan yok! Abdülmuttalib’in evlâdıyım!" demeye başladı. Berâ’ b. Âzib (ra), yıllar sonra Huneyn Gazvesi’nden bahsederken bu kargaşa anında Allah Resûlü’nün (sas) ortaya koyduğu cesareti anlatacak ve sözlerine şöyle son verecekti: "Vallahi savaş kızıştığında biz düşmandan Hz. Peygamber (sas) ile korunuyorduk! Bizim en cesurumuz onunla yan yana durabilendi." Çünkü Allah Resûlü (sas) Enes’in tarifiyle insanların en güzeli, en cömerdi ve en cesuru idi. Müslümanlar artık cesaretlenmiş, güç ve kuvvetlerini toplamışlardı. Bu durumdan memnun kalan Peygamber Efendimiz (sas), "İşte bu, savaşın şiddetlendiği andır!" buyurduDaha sonra yerden bir avuç toprak aldı ve belki de son vurucu darbe olarak, "Muhammed’in Rabbine yemin olsun ki hezimete uğradılar!" deyip düşmanın üzerine saçtı. Artık Hevâzin ordusu kaçıyor, Müslümanlar onları kovalıyordu. Tabiî ki müşrikleri kovalayanlar arasında Allah Resûlü (sas) de vardı. Tekrar bindiği katırının üzerinde müşriklerin peşinden gidiyordu.

Bu savaşta Hz. Peygamber (sas), müminleri canla başla vuruşmaya teşvik için her Müslüman’ın —delil getirmesi kaydıyla— öldürdüğü düşmanın üzerindeki eşyalara sahip olabileceğini ilân etti.

Savaş o kadar çetindi ki bazı hanımlar dahi erkeklerle birlikte çarpışmak zorunda kalmıştı. Nitekim Allah Resûlü (sas) savaş sırasında etrafına bakınırken ona yönelik bir saldırıya bedenini siper etmek ve onu korumak amacıyla bir hançer taşıyan Ümmü Süleym bnt. Milhân’ı görmüştü. Enes b. Mâlik’in annesi olan bu hanımın kahraman hâli Peygamber Efendimizin (sas) hoşuna gitmiş ve gülümseyerek, "Ey Ümmü Süleym! Şüphesiz Allah (cc) kâfi geldi ve en iyisini yaptı." buyurmuştu.

Harp bütün şiddetiyle devam ederken Allah Resûlü (sas), yerde yatan bir kadın gördü. Etrafındakilere, "Bu kim?" diye sordu. Onlar da, "Hâlid b. Velîd’in öldürdüğü kadın." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) yanında bulunanlardan birine şöyle dedi: "Hâlid’i bul ve ona de ki: ‘Resûlullah (sas) sana, kadın, çocuk ve köleleri öldürmeyi kesinlikle yasakladı." Bunun üzerine Evs kabilesinin süvarilerinden birisi olan Hudayr’ın oğlu Üseyd, "Yâ Resûlallah! Onlar müşriklerin çocukları değil midir?" şeklinde bir soru sordu. Efendimiz (sas) onun bu sorusuna, "Sizin en hayırlılarınız da müşriklerin çocukları değil midir? Her çocuk fıtrat üzere doğar. Ana babası onu ya Hıristiyanlaştırır ya da Yahudileştirir." buyurarak cevap verdi.

Neticede aralarında Mâlik b. Avf’ın da olduğu Hevâzin kabilesinin çoğunluğu, bütün varlıklarını, kadın ve çocuklarını bırakarak Tâif’e sığındılar ve surlara çekilip savunmaya geçtiler. Bir kısım Hevâzinli de İslâm ordusu ile yeniden savaşmak üzere Evtâs mevkiinde toplandı. Bu savaşta altı bin esirin yanı sıra, yirmi dört bin deve, kırk binden fazla koyun ve bol miktarda gümüş Müslümanların eline ganimet olarak geçti. Resûlullah (sas) bütün bu ganimetlerin Mekke’nin kuzeydoğusunda bulunan Ci’râne mevkiinde toplanmasını emretti. Esirler arasında Peygamberimizin (sas) sütkardeşi Şeyma da bulunuyordu. Hz. Peygamber’le (sas) sütkardeş olduğuna inandıramamıştı İslâm askerlerini. Bunun üzerine Şeyma, askerler tarafından Efendimizin (sas) huzuruna getirildi ve "Yâ Muhammed! Ben senin sütkardeşinim!" dedi. Aradan elli altı yıl geçmiş ama hiç görüşmemişlerdi. Peygamberimiz (sas) bunu ispatlamasını isteyince Şeyma omuzunu açarak Allah Resûlü’nün (sas) çocukken ısırdığı yerde bulunan diş izlerini gösterdi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas) Şeyma’yı hatırladı ve hırkasını yere sererek Şeyma’yı üzerine oturttu. Sonra isterse yanında kalabileceğini veya kabilesine dönebileceğini ona bildirdi. Şeyma, kabilesine dönmeyi tercih edince Peygamberimiz (sas) bazı mallar vererek onu kabilesine gönderdi.

Daha sonra Hz. Peygamber (sas), Ebû Âmir el-Eş’arî komutasında bir Müslüman birliğini Evtâs’a gönderdi. Bu birlik Evtâs’a giderek Hevâzin ordusunu bozguna uğrattı. Ama Ebû Âmir şehit oldu. Ölmeden önce kuzeni Ebû Musa el-Eş’arî’ye şöyle dedi: "Ey kardeşimin oğlu! Resûlullah’a (sas) benden selâm söyle. Benim için Allah’tan (cc) bağışlanma dilesin." Savaş bittikten sonra Ebû Musa (ra) Resûlullah’a (sas) geldi. Ebû Âmir’in son sözlerini ve şehit oluşunu ona aktardı. Efendimiz (sas) de bir kap istedi, abdest aldı ve ellerini kaldırarak şöyle dua etti: "Yâ Rabbi! Ebû Âmir’e mağfiret et, onu bağışla. Yâ Rabbi! Onu cennette ümmetimin en üstünlerinden eyle."

Evtâs Gazvesi denilen bu savaşta Huneyn Savaşı’na oranla daha fazla esir alınmış, burada elde edilen bütün ganimetler de ganimetlerin toplanma merkezi olan Ci’râne’ye gönderilmişti.

Şimdi sıra Tâif’e sığınan Hevâzinlilere ve onlarla ittifak kuran Sakîflilere gelmişti. Akşama doğru Hz. Peygamber (sas) komutasındaki İslâm ordusu, Tâif surlarına dayandı. Tâif, Mekke’nin yaklaşık yüz kilometre güneydoğusunda kurulmuş bir şehirdi. Peygamberliğinin ilk yıllarında Efendimiz (sas) İslâm dinini tebliğ için Tâif’e gitmiş, Tâif halkının taşlı sopalı tepkisi ile karşılaşmıştı. Şimdi o, Tâif’i ordusuyla kuşatmıştı. Fakat bu kuşatma yıllar öncesinde kendisine reva görülen muamelenin intikamı değildi asla. Huneyn’den kaçan Hevâzinliler buraya sığınınca savaş o tarafa kaymıştı.

Hz. Peygamber (sas) için Hayber kalesinden sonra Tâif kalesi en muhkem kale idi ve buranın fethedilmesi hiç de kolay değildi. Müslümanlar, Hayber’de düşman savunmasından çok zarar görmüşlerdi. Bu bakımdan burada daha temkinli hareket etmişler ve Tâif surlarında gedik açmak için mancınıklar kullanmışlardı. İslâm ordusunun ilk defa mancınık kullandığı muhasara Tâif kuşatmasıydı. Buna rağmen düşman var gücüyle kaleyi savunmaya devam ediyordu. Sur içlerinden gelen oklar ve kızgın çiviler, İslâm ordusu içinde pek çok zayiata sebep oluyordu. Yaklaşık yirmi gün olduğu hâlde, muhasara hâlâ devam ediyor ve kale bir türlü düşmüyordu. Bu arada İslâm ordusunun içindeki bazı askerler, "Ey Allah’ın Resûlü! Sakîf’in okları bizi yaktı. Onlar için beddua et!" demeye başladılar. Onların bu isteği üzerine Rahmet Peygamberi (sas), "Allah’ım! Sakîf kabilesine hidayet et!’ diyerek onlara dua etti.

Tâif’te askerî mücadelenin sonuç vermeyeceğini anlayan Hz. Peygamber (sas), çekilme kararı alıp, "İnşallah yarın döneceğiz." diyerek, diplomatik yollardan bir başarı elde etmenin yollarını aramak istedi. Onun bu ince siyasetini kavrayamayan bazı Müslümanlar, "Onların kalelerini fethetmeden nasıl döneriz?" dediler. Bu itiraz üzerine Allah Resûlü (sas), "Öyleyse harbe hazır olun!" dedi. Ertesi gün Müslümanlar tekrar harbe giriştiler ama çok yara aldılar. Bu durumu gören Efendimiz (sas) tekrar, "İnşallah yarın döneceğiz." buyurdu. Bu defaki geri çekilme kararından ashâb memnun oldu.

Bu esnada Hz. Peygamber (sas), hassas bir siyasî manevrayla düşmana ait kölelerin, İslâm dinini kabul etmesi ve İslâm ordusuna katılması durumunda, hür bir Müslüman olarak muamele göreceklerini ilân etti. Bu ilân netice verdi ve ilk safhada yaklaşık yirmi üç kişi makaralarla kaleden kaçarak Müslümanlara katıldı. Bunların arasında Ebû Bekre de vardı. Efendimiz söz verdiği gibi hareket ederek onları hürriyetine kavuşturdu. Peygamberimiz (sas) siyasî manevranın ikinci aşamasında, Tâif’e sığınan Mâlik b. Avf’a haber gönderip gelip Müslüman olduğu takdirde kendisine malını ve ailesini teslim edeceğini, bunun yanında yüz deve vereceğini vaat etti. Bu haber kendisine ulaşır ulaşmaz harekete geçen Mâlik, Ci’râne ve Mekke arasında Allah Resûlü ile buluşup Müslüman olduğunu beyan etti.

Allah Resûlü (sas) Zilkâde ayının başında Huneyn ganimetlerinin toplandığı Ci’râne mevkiine geldi ve orada on üç gün kalarak ele geçirilen esirleri ve diğer ganimetleri taksim etti. Hevâzinlilerin Müslüman olma ihtimalinden dolayı taksimatı geciktirip on küsur gün ganimetleri paylaştırmaksızın yanında bekletti. Savaşta mağlup olan ve Hz. Peygamber’in sütannesi Halîme’nin kabilesine mensup olan Hevâzinliler, ganimetlerin taksim edilmesinden sonra İslâm dinine girdiler. Ganimet paylaşımı geciktiği hâlde bu paylaşımdan önce Müslüman olmadıkları için mallarını ve ailelerini geri almaları mümkün görünmüyordu. Bu gelişme üzerine Resûlullah (sas) onlara aileleri ve sürüleri arasında bir seçim yapmalarını söyleyerek süre tanıdı. Sonunda Hevâzinliler, ailelerini tercih ettiklerini Hz. Peygamber’e (sas) bildirdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sas) onlara şu tavsiyede bulundu: "Namaz kılındıktan sonra mescitte şöyle deyin: Allah Resûlü (sas) müminlere, müminler de Allah Resûlü’ne (sas) yardımcıdır. Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize iade etmenizi umuyoruz."

Ertesi gün öğle namazı kılındıktan sonra, Hevâzinliler mescitte Peygamberimizin (sas) tavsiye ettiği şekilde konuşup onun öğrettiği sözleri söylediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas), Müslümanlar arasında ayağa kalkarak Cenâb-ı Hakk’a (cc) hamd ve senâ ettikten sonra şunları söyledi: "Şimdi bu kardeşleriniz, tevbe ederek bize geldiler. Ben de esirlerini kendilerine geri vermeyi düşündüm. Sizden her kim (bu şekilde kardeşinin gönlünü) hoş etmeye razı olursa bunu yapsın. Sizden her kim kendi hissesini talep ederse —ki bu hisseyi ona biz, Allah’ın bize ihsan edeceği ilk ganimet malından vereceğiz— o da böyle yapsın (esirleri geri versin)." Bunun üzerine pek çok sahâbî, "Biz onları hoşnut edeceğiz yâ Resûlallah!" diyerek esirleri geri vermeyi kabul etmişlerdi. Esirlerini bedelsiz olarak bırakmak istemeyen bazı sahâbîlere ise Resûl-i Ekrem (sas), karşılığında altı zekât devesi vermeyi vaad etti.

Sonuç olarak bütün Hevâzin esirleri iade edilmiş oldu. Bütün bu olup bitenler, Tâiflilerin en son müttefiklerinin de kendilerinden ayrılması anlamına geliyordu. Tâif savunması için çember iyice daralmış, çevresinde İslâm’ın nüfuz ve etkisi güçlenmiş; Tâifliler iyice yalnızlaştırılmıştı. Ayrıca Tâif malları için tek pazar olan Mekke, şimdi Müslümanların kontrolü altındaydı. Belki de artık Tâif kervanları, kendi şehirlerinin sınırları dışına çıkamayacaktı.

Neticede Allah Resûlü’nün (sas) savaş ve kuşatma taktiği sonuç verdi. Kuşatmanın üzerinden bir yıl geçmeden Tâifliler, Hz. Peygamber’e (sas) bir heyet göndererek teslim olmak istediklerini bildirdiler. Allah Resûlü’nden (sas) kendilerinin azat edilen kölelerini istediklerinde onun vefa örneği olan şu sözlerini işittiler: "Onları size veremem. Çünkü onlar artık Yüce Allah’ın (cc) azatlı köleleridir." Böylece Tâif’ten ayrılırken ashâbın isteği doğrultusunda Efendimizin (sas) yapmış olduğu, "Allah’ım! Sakîf’e hidayet et!" duası kabul edilmiş oldu. Sakîf kabilesine mensup olan Tâifliler, kendi elleriyle yaptıkları Lât ve Uzzâ gibi putlara tâbi olmayı bırakıp Allah’ın (cc) birliğine, O’ndan başka ilâh olmadığına inandıklarını ve yalnızca O’na ibadet edeceklerini itiraf ettiler. Allah Resûlü’nün (sas) savaş ortamında uyguladığı politika, insana değer verme ve mağluplara karşı hoşgörülü davranma üzerine kurulu idi. Burada da aynısı oldu ve mağlup insanlar onurlarıyla Hz. Peygamber’in (sas) huzurundan ayrıldılar.

Ganimetlerin taksim edilmesi anında Allah Resûlü (sas), başta Ebû Süfyân ve oğlu Muâviye olmak üzere İslâm’a yeni girmiş olan Mekkelilere, Müslüman olmaları hasebiyle kalplerini İslâm’a ısındırmak için diğer Müslümanlardan biraz daha fazla ganimet vermişti. Hz. Peygamber (sas) bu şekilde davranarak hayatları boyunca şirkin bataklığına saplanmış bu insanlara İslâm’ı sevdirmeye çalışıyordu. Nitekim ganimetlerden çokça pay alan Mekkelilerden Safvân b. Ümeyye şu ifadeleri kullanmıştı: "Resûlullah (sas) Huneyn günü (ganimet mallarından) bana da verdi. O, insanlar arasında en sevmediğim kimse idi. Fakat bana mal vermeye devam ettikçe sonunda insanlar arasında en sevdiğim kişi hâline geldi."

Safvân aynı zamanda İslâm ordusuna yeterli miktarda zırh ve silahı ödünç veren kişiydi. Allah Resûlü (sas), emanet alınan bu teçhizatın telef olduklarında bedellerinin ödeneceğine dair söz vermişti ona. Savaş sonrasında zırhlardan bir kısmı kaybolunca Efendimiz (sas) Safvân’a, "Biz senin zırhlarından bazılarını kaybettik. Sana bedellerini ödeyelim." demiş, Safvân da "Hayır yâ Resûlallah. Çünkü bugün kalbimde o gün olmayan şeyler var." diyerek kaybolan zırhların bedellerini almak istememişti. Çünkü o, müşrik olarak geldiği Huneyn’den mümin olarak dönmüştü...

Diğer yandan Hz. Peygamber’in (sas) muhacirlere ve Mekkelilere ganimetten bolca pay verip ensarı bundan mahrum etmesi, ensardan bazılarını üzmüş, hatta kimileri şöyle demişti: "Allah, Resûlullah’ı affetsin. Kureyş’e veriyor, bize vermiyor. Halbuki hâlâ Hevâzinlilerin kanları kılıçlarımızdan damlıyor." "Harp gibi çetin bir iş olduğu zaman bizler çağrılıyoruz. Fakat ganimet bizden başkasına veriliyor." diyenler de olmuştu.

Bütün bu sözlerin kendisine ulaşmasından sonra Hz. Peygamber (sas) hemen ensara haber gönderip onların bir çadırda toplanmasını emretti. Ensar orada toplanınca Hz. Peygamber (sas) ayağa kalktı, Allah’a (cc) hamd ve senâ ettikten sonra Mekkelilere ganimetten fazla pay vermesinin sebebini şöyle açıkladı: "Kureyşliler henüz Müslüman olup harpten yeni çıktılar. Ben onların harpte uğradıkları zararları telâfi etmek ve gönüllerini İslâm’a ısındırmak istedim. Ey ensar topluluğu! Sizler dalâlette iken Allah benim tebliğimle sizlere hidayet verip yol göstermedi mi? Sizler bölük pörçük iken Allah sizleri benim sayemde birbirinize sevdirip bir araya getirmedi mi? Siz fakir iken Allah (cc) sizleri benim sayemde zenginleştirmedi mi?" Allah Resûlü (sas) bu soruları sordukça her bir sorunun sonunda ensar, "Allah (cc) ve Resûlü (sas) en çok ihsan edendir (iyilik yapandır)." diyorlardı. Efendimiz (sas) sonunda onları can evinden vuracak şu sözleri söyledi: "İsteseydiniz şöyle de cevap verebilirdiniz: Seni kavmin yalanlamıştı, bize geldin. Herkes seni yalanladığı hâlde, biz seni tasdik ettik. Kavmin seni terk etti de biz sana yardım ettik. Kavmin seni kovdu, biz seni bağrımıza bastık. Sen yoksuldun, biz seni malımıza ortak yaptık.’ Konuşmasına devam eden Hz. Peygamber (sas), ensardan olmanın ne kadar faziletli bir durum olduğunu anlatıp şöyle buyurdu: "Ben küfürden yeni kurtulmuş bazı kimselere onların kalplerini (İslâm’a) ısındırmak için (ganimet mallarından) veriyorum. İnsanlar aldıkları mallarla evlerine dönerken siz Allah’ın Resûlü (sas) ile evlerinize dönmekten razı değil misiniz? Allah’a (cc) yemin ederim ki sizin birlikte dönüp gittiğiniz (Peygamber), onların yanlarında götürdüklerinden daha hayırlıdır." Medineliler Allah Resûlü’nün (sas) bu sözleri üzerine duygulanıp gözyaşı döktüler ve sonunda, "Biz, Allah (cc) ve Resûlü’nün (sas) taksim ettiği neyse ona razıyız." dediler.

Daha sonra Temîmoğulları’ndan münafık olan Zü’l-Hüveysıra adlı birisi haddini aşarak, ganimetler konusunda, "Ey Allah’ın Resûlü! Adaletli ol!" deyince Peygamber Efendimiz (sas) çok üzüldü ve "Sana yazıklar olsun! Ben de adaleti gözetmezsem artık kim adaletle iş yapar?" diye karşılık verdi. Ensardan Ma’teb b. Kuşeyr isimli bir bedevî ise daha da ileri giderek, "Muhakkak ki bu taksim, Allah’ın (cc) rızası gözetilmeyen bir taksimdir!" dedi. Bu sözü işiten Abdullah b. Mes’ûd (ra) hemen Allah Resûlü’nün (sas) yanına yaklaştı ve Ma’teb’in sözlerini ona aktardı. Hz. Peygamber (sas) duydukları karşısında çok kızdı hatta yüzü kıpkırmızı oldu ama serinkanlılığını muhafaza ederek, "Allah’ın rahmeti Musa’nın (as) üzerine olsun! O bundan daha ağır sözlerle hakarete uğradı da sabretti." buyurdu.

Allah Resûlü (sas), ganimetleri taksim ettikten sonra Ci’râne’de ihrama girerek umre yapmak üzere Mekke’ye geldi ve umresini yaptı. Mekke’nin fethi günü Müslüman olan, Ümeyyeoğulları’ndan Attâb b. Esîd’i Mekke’de yönetici olarak, Muâz b. Cebel (ra) ile Ebû Musa el-Eş’arî’yi (ra) da insanlara dinlerini öğretmek üzere muallim olarak bırakıp ensar ile birlikte Medine’ye döndü. Allah Resûlü (sas), 28 Zilkâde 8 (16 Şubat 630) tarihinde Medine’ye ulaştı. Müşriklerin bu son muhalefetinin de bertaraf edilmesi ile Efendimizin getirmiş olduğu evrensel çağrı, daha geniş alanlara yayılma imkânına kavuşmuş oldu.

Huneyn Gazvesi ve Tâif Muhasarası Müslümanlara birçok ders vermektedir. Huneyn Savaşı’nda o güne kadar görülmemiş kalabalık bir ordu ile sefere çıkan Müslümanlar, sayısal çokluklarına güvenip böbürlenmişler, Allah’ın yardımını unutmuşlardı. Bu yüzden de ilk etapta bozguna uğramışlardı. Bozgundan sonra niceliğin değil niteliğin önemli olduğunu kavradılar. Buradaki keyfiyet lidere itaat, şehâdet bilinci, Allah Resûlü’ne (sas) verdikleri söze sadakat ve Allah’ın (cc) yardımını dilemekten başkası değildi. Allah’ın yardımıyla muvaffak olunacağının unutulduğu, kibir, böbürlenme ve kendini beğenmenin hâkim olduğu her iş başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdu.

Tâif Kuşatması esnasında Allah Resûlü’nün sergilediği savaş taktiği ve düşmanın savunma iradesini zayıflatmaya yönelik siyasî manevraları savaşın sadece tankla, tüfekle, teknolojik teçhizatla değil zeka, bilgi ve tecrübe ile başarılabileceğinin de en önemli göstergesidir. Diğer taraftan Hz. Peygamber (sas) önderliğindeki Müslümanların Tâif Kuşatması’nda ilk defa mancınık kullanmaları, her dönemde Müslümanların kendilerini yenileyebilme becerisinin işaretidir.

Ensarın ganimetlerin taksiminde malı mülkü değil de Allah (cc) ve Resûlü’nün (sas) rızasını tercih etmeleri, Müslümanların dünyevî menfaatleri ile Allah (cc) ve Resûlü’nün (sas) rızası karşı karşıya geldiğinde neyi tercih etmeleri gerektiğini de göstermektedir.

Hz. Peygamber’in (sas) henüz yeni Müslüman olmuş ve muharebeye katılmış olan Mekkelilere ganimet mallarını bolca vermesi ve bu sayede onların kalplerini İslâm’a ısındırmak istemesi ise Müslümanların, dinin tebliğinde uygulayabilecekleri bir yöntemdir.

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam