Uğultulu bir kalabalık… Bir evde bir araya gelmiş insanlar. Ev sağlam gibi ama bazı yürekler paramparça. Sanki evrenin tüm yalnızlığını yüklenmiş o an o yürekler. Bir acıyla sınanıyor hane…
Hane sakinleri pek de sakin değiller; bir telaş bir koşuşturma halindeler. Bir de “Biz üzerimize düşeni fazlasıyla yaptık.” cümlesini vicdanına tekrar tekrar telkin etmeye çalışan bazıları… Evet, biri veda etmiş; gözlerini fani aleme kapatıp bâki hayatına doğru yola çıkmaya hazırlanıyor. Bütün bu koşuşturma da ondan. Uzaktan yakından taziye ziyaretine gelenlerle ilgilenenler, merhumenin arkasından iyiliklerle konuşanlar ve bir köşede sessizce ağlayanlar…
O da ne?! Hareketlilik arttı. Cenaze aracı geldi. 
- “Evine indirin, kısacık da olsa son kez kalmış olsun evinde.”
-“Vakit yok vakit yok! Akşam oluyor, bir an evvel asıl yurdu ile buluşturalım.”
Her ağızdan bir ses. Her işitilenden sonra, yüreğinde onu barındıranların gözlerinden akan sayısızca göz yaşı… Ve, asıl yurdun dünya olmadığı gerçeği! Karar hızlıca alındı; toprağına kavuşuyor…
Uğurlamalar, dualar bitip hareket edecekken cenaze aracı, birisi bağırıyor: 
“Hani! Tabutun baş ucuna bağlanacak yazmayı getirmemişsiniz. Gidiyor cenaze, çabuk, çabuk!”
Bunun üzerine doğruca evin içine koşturuyor bir kadın. Ve bulduğu ilk yazmayı getiriyor. Apar topar olduğu o kadar belli ki. Belli ki öncesinde bir hazırlık yapılmamış, bu gibi halk arasında yaygın olan küçük ayrıntılar için. Halbuki aslında epeydir beklenen bir ölüm bu. Ama olsun ihtimaller ne kadar yakın olsa da insan kabul etmiyor/edemiyor demek ki… Öyle ya, kolay mı daha evlatları küçücük olan bir annenin vefatını kabullenmek? Kolay mı ne olursa olsun ölüm gerçeğiyle yüzleşmek?! Hiç ölmeyecekmiş gibi plan kuran insanoğlunun, vakti geldiğinde bir daha geri dönme imkânı olmayan ebedi hayata geçiş kartını sadece bir kere kullanabileceğini kabullenmesi kolay mı?
Oysaki Kur’an sürekli hatırlatmıyor mu kullarına? 
“Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz (vaadi) gerçektir. O halde dünya hayatı, sizi aldatmasın, (ibadet ve taattan alıkoymasın) çok aldatıcı (şeytan), sizi Allah (‘ın affına güvendirmekle) ile aldatmasın.” (Fâtır, 35/5)
İşte bazı acılar hiç susmaz üzerinden zaman geçse de. Durmadan dile gelir. Haykırır adeta dünyanın faniliğini. 
O zaman;
Dünyalık telaşlarını hakim kılma tüm hayatına,
Adım at, niyet et ve başla değişime,
Başla ki;
Başlamak için vaktin kalmadığında pişmanlıkla boğuşma!
Ey nefis;
Kızdıklarına değer mi bak!
Kırgınlıklarını Yaradan’a arz et ve yalnızca ona sığın!
İncitmemeye gayret et,
İncineceksin kabul et!
Her şeyi sadece senin isteğinle değiştiremeyeceğini de fark et!
Unutma, ölüm ve sonrası gerçeğini.
Ve… Unutma seviyor Rabbin seni.
Bir kabrin ayak ucunda hala duran ama rüzgarın etkisiyle biraz parçalanmış, yıpranmış olan “yazma”nın sahibini de unutma!
O yazmanın sahibi ki, sonsuz bir adalet diyarı olan ahiretin varlığını hatırlatsın sana. 
Çok sevmiş ve hastalığı yüzünden çektiği onca acı sebebiyle belki de şehit olarak almıştı onu, Rabbi yanına. 
Filistin’deki nice imanlı kardeşimiz gibi…